Bayramları çocuk olarak yaşamak farklıdır.
Taraf'ta Ahmet Rasim'in (1864-1932) "Bir bayram gecesi ağladıklarım" başlıklı yazısı vardı.
Ahmet Rasim çocukluğunda hep bir "Sako"su olsun istermiş.
Sako da, kukuletasının ucunda bir püskül bulunan paltonun adıymış.
Sonunda arife günü annesi ona Mahmutpaşa'dan bir sako almış.
Eve gelmişler, sakoyu odasındaki minderin üzerine koyup yatağına uzanmış küçük Ahmet Rasim ve gündüz yorgunluğu ile uykuya dalmış.
Sonrasını şöyle anlatıyor;
- Başımı kaldırıp baktım ki yatarken koyduğum minderin üstünde elbiselerim, o güzel sakom yok. Birdenbire ağlamaya hatta hıçkırmaya başladım...
O sırada bir el Ahmet Rasim'i dürtüyor. Sütninesi ona "Rasim, Rasim gözlerini aç" diyor. Uyanıp sakosunun yerli yerinde durduğunu gören Ahmet Rasim, "Sütninenin o kapkara, yarık yarık yanağına titrek dudaklarımı yapıştırdım" diye noktalıyor anlatımını.
Benim çocukluk bayramlarımda sako da, sütnineler de yoktu.
Ama ben de uykuda gördüklerimi uyanana kadar gerçek sanırdım.
Hatta tersi de olurdu bazen.
Bir keresinde rüyamda aldığım bayram hediyelerini uyanınca odamda bulamamış ve çok üzülmüştüm.
İsterseniz Ramazan Bayramı isterseniz Şeker Bayramı diyebilirsiniz.
Nerede o eski lezzetler?
Çocuk değilseniz bayramın tadını sonuna kadar çıkarmanız pek mümkün olmayacaktır.
Hele eski bayramları küçük bir çocuk olarak yaşarken bu bayramda ailenizin en yaşlı kişilerinden biri konumundaysanız, bayramdan aldığınız lezzet iyice buruklaşır.
"Küçük torunum benim yaşıma geldiği zaman ben 134 yaşında olacağım" benzeri hesaplar bile yaparsınız.
Eski bayramlarda mutlaka ziyaret ettiğimiz hanım bir aile büyüğümüz, bize kendi yaptığı karanfil kokulu vişne likörünü ikram ederdi.
Geçenlerde markete gidip bir şişe vişne likörü aldım. Şişeyi açıp içine bir avuç karanfil attım. Bir hafta beklettikten sonra bir kadehe bu likörü akıtıp, tadına baktım.
Bu likör ile o eski bayramlarda bize ikram edilen ev yapımı likörün ilgisi yoktu.
Yine de bu bayramın ön hazırlığı Erhan Köknar ve Fehmi Koru sayesinde mutlulukla dolu oldu. Gazete ve televizyonların yöneticileri Başbakan Erdoğan'ın iftarında siyaset konuşurlarken, ben Emirgân Beyaz Köşk'te Dr. Ahmet Çoban yönetimindeki Hicaz Faslı'nı dinlemekteydim.
Sonra sololar bölümünde Eda Karaytuğ "Bülbül Kasidesi"ni söylemeye başlayınca, yine eski yıllara takıldım.
Bülbül Kasidesi'ni ilk kez rahmetli Bülbül Hoca'dan (İsmail Doruk) dinlemiştim.
Sonra Mine Koşan'ın yorumuna takıldım.
Çile bülbülüm çile
Şimdi bu yazıyı yazarken de iPodumdaki "Bülbül"lü şarkı, türkü ve besteleri dinliyorum.
Böylece bazılarını yakından tanıdığım, bazılarına da uzaktan hayranlık duyduğum yorumcularla birlikte bayram yaşıyormuşuz gibi hissediyorum kendimi.
Mesela sevgili Alaeddin Yavaşça'dan kendi bestesi "Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok"u, özlemle andığım Bekir Sıtkı Sezgin'den Dede Efendi'nin "Bu gece ben yine bülbülleri hamuş ettim" ini, kristal sesli İnci Çayırlı'dan Emin Ongan'ın "Bülbül gibi her şam-ı seher nalelerin var"ını, baba evimin devamlı konuğu Münir Nurettin Selçuk'tan Lemi Atlı'nın "Bülbül-i şeydaya döndüm"ünü, sesine de sohbetine de doyamadığım Necmi Rıza Ahıskan'dan Zekai Dede'nin "Bülbül gibi pür oldu cihan nağmelerinden"ini dinliyorum.
Yazının sonuna gelirken eşsiz yorumcu Tülün Korman, Hacı Arif Bey'in "Bülbül yetişir bağrımı hûn etti figanın"ı söylüyordu. Arkasından da Aşık Veysel'den "Bülbül" ü dinleyecektim:
"Ötme bülbül ötme
Derdi derde katma
Bir dert de sen etme
Benim derdim bana yeter"
Siz sayın okurlarıma mutlu, bir bayram diliyorum.