Cumhuriyet'in ilk dönemine önce Başbakan sonra da Cumhurbaşkanı, daha sonra da yine Başbakan olarak damgasını vuran siyasi liderlerden İsmet İnönü'nün ustalığını anlatmak için şöyle denilirdi:
-İnönü'nün kafasında kırk tilki dolaşır. Kırkının da kuyrukları birbirine değmez.
Bu büyük siyaset ustasının, 1950'den sonra partisi CHP'ye tek başına iktidar olabilecek bir seçim zaferi yaşatamadığını da hepimiz biliriz.
Çok partili demokratik siyasetin seçim zaferlerinin sahiplerini bu açıdan değerlendirdiğinizde, onların kafalarında sadece 40 tilkinin değil sayısız çeşitli canlıların koşuştuklarını, bunların bazen ayaklarının bazen de kuyruklarının birbirine dolaştığını söylemek mümkündür.
Çünkü yeni dönemde rekabet ticaret gibi siyaseti de derinden etkilemiştir.
Şu anda AK Parti iktidarının Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın çeşitli açılımlarını gerçekleştirmek konusunda karşılaştığı zorlukları da, engelleri de hepimiz izliyoruz.
İnönü'nün "Milli Şef" olarak Tek Parti iktidarının Türkiye'sinde, mesela 2'nci Dünya Savaşı'nda izlediği politikayı düşünün.
O dönemde Türkiye hem İngiltere hem de Nazi Almanya'sı ile dostça ilişkileri sürdürmeye çalışıyordu. Özellikle 1941 sonrasında, Nazi Almanyası ile yakınlaşma dikkati çeker biçimde ağır basmaya başlamıştı.
Bu yakınlaşmaya muhalif olan CHP'li milletvekillerinden bir grup, İstanbul'dan Ankara'ya giden trende buluşurlar.
Ertesi gün Ankara'da ortak bir çıkış yapmaya, CHP ve ülke yönetimini uyarmaya akşam vagon-restorandaki toplantılarında karar verirler.
Şimdi zaman farklı
Sabaha karşı tren Polatlı'da durdurulur.
Bu milletvekilleri birer birer trenden indirilir ve bir otobüse bindirilip, doğruca Çankaya'ya götürülürler.
Orada bunlara Cumhurbaşkanı ve Milli Şef İnönü sıkı bir fırça atar.
Ülkenin dış politikasının tartışmalara açık bir alan olmadığını, böyle hassas dönemlerde siyaset yapılmasına izin veremeyeceğini söyler.
Sonunda hepsi Çankaya'dan kuzu kuzu çıkıp, anti-Faşist ve anti-Nazi uyarılarını sinelerine gömerler.
Bu olayı bana, o trende bulunanlardan rahmetli Ankara milletvekili Ahmet Hamit Selgil anlatmıştı.
Demek istediğim yeni zamanların siyaseti de, liderliği de, iktidarı da eski dönemlere göre çok daha zor.
Birinin ak dediğine siyasi rakiplerinin kara diyeceklerinin kesin olduğu bir dönem bu...
Bu durumda mesela Tayyip Erdoğan açılımlarını nasıl kabul ettirebilecek bu çok sesli siyaset ortamına?
Deniz Baykal ile Devlet Bahçeli'nin bindikleri treni Polatlı'da durdurması mümkün değil ki.
Geçmişte Avrupa Birliği üyeliği açılımında da, Kıbrıs'a kalıcı çözüm üretme açılımında da, nasıl frenlendiğini veya kendisini nasıl frenlediğini görmedik mi?
İşte bu dönemde kararlı bir siyasi liderin nasıl davranması gerektiğine ilişkin yakın tarihten en iyi örnek Turgut Özal olabilir.
Hangi destek
Neticede hemen her alanda sosyo-politik ve ekonomik yaşamımızı etkileyen reformlarında da, Özal "Dışarıdan" destek görmemişti.
Özal statüko adına kendisini engellemeye çalışanlara "Cumhuriyet Muhafızları" der ve onları hafife alırdı.
Dün gibi hatırlıyorum.
Mesela ekonomimize "Konvertibilite" kavramını getiren "32 Sayılı Karar" açıklandığında, Vehbi Koç aramıştı beni...
- Senin Özal'ın bu kararı ile ülkeyi iflasa götürecek. Halk dövize saldıracak, kriz patlayacak, demişti.
Böyle durumları hatırlayınca, Tayyip Erdoğan'ın açılımlarında en büyük desteği sahip olması gereken "Siyasi kararlılık"ta ve "Risk alabilme yeteneği"nde bulacağını görmeliyiz.
Nitekim kendisinin de bunu sık sık vurguladığını görüyoruz.
Cumhurbaşkanı'nın da, TBMM Başkanı'nın da, TBMM çoğunluğunun da arkasında bulunması gibi bir durumu var ki, herhalde bu da hafife alınamayacak bir desteği ifade eder.
Neticede "Yumurtayı kırmadan omlet yapılamayacağı" söylemi, statüko ile mücadele eden tüm dünya siyasetçilerine yol göstermiştir.