Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'nin iç ve dış siyasetindeki tıkanıklıkları konu alan açılımlarını desteklememek mümkün değil.
Uzlaşma, diyalog, empati, barış, farklılıkların birlikteliği ve benzeri tüm olumlu kavramlar, bu açılımların itici güçleri.
İşi somuta aktarıp, yapılması gerekenleri dün kendimce listelemiştim.
Hatırlatayım:
Bir tercih yapmak zorundayız.
Ya başladığımız yolda yürümeye devam edeceğiz.
Avrupa Birliği'ne uyum için gerekli bütün düzenlemeleri yapacağız.
İçinde bulunduğumuz Batı İttifakı'nın beklentilerini hep göz önünde tutacağız.
Kıbrıs'a kalıcı bir çözüm üreteceğiz.
Sade Güneydoğu için değil tüm Türkiye için "Kürt Açılımı" nı somut bir zemine oturtmayı başaracağız.
Ermenistan'la ilişkilerimizi normalleştireceğiz.
Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasını sağlayacak bir formülü "artık" üreteceğiz.
Bunları ve iç hukukumuzda gerekli reformları da yapabildiğimiz, idareyi ve siyaseti şeffaflaştırabildiğimiz takdirde, sade toplumsal yaşamımız değil bireysel yaşamlarımız da istikrara kavuşacaktır.
Kişilerin, kurumların ve şirketlerin konumları iktidara yakın veya uzak olduklarına bakılarak değil, hukuk ve ahlak kuralları karşısındaki yaklaşımlarına bakılarak değerlendirilecektir.
AK Partililer yetmez
Tüm bu icraatın yapılabilmesi, geniş bir halk ve kamuoyu desteğinin varlığına bağlıdır. Yani sade AK Parti seçmeninin veya reform yanlılarının ya da "Liberal" görüş sahiplerinin desteği yetmez.
Çünkü bu listedeki hedefler partiler üstü bir siyasal bütünlüğü ifade ediyor.
İşte bu hayati dönüm noktasında özellikle AK Parti fonksiyonerlerinin, toplumdaki laikçi - mukadesatçı kamplaşmasını kaşıyacak girişimlerden kaçınmaları gerekiyor.
Bu konudaki olumsuz bir örneği, Can Dündar dünkü Milliyet'teki yazısında pek güzel yansıtmıştı.
Ankara'nın Çankaya'sında bu ayın sonunda bir referandum var.
Bu referandumda Çankayalılara hem "7'nci Cadde trafiğe açılsın mı, açılmasın mı" hem de "Çankaya'da alkollü içkiler yasaklansın mı, yasaklanmasın mı" soruları sorulacak.
Türkiye gerçekten tarihte iz bırakabilecek önemde açılımlar yapmaya hazırlanırken, iktidar partisine ait belediyenin Başkent gündemine bölünmüşlüğün ve kamplaşmanın simge konularından birini "Referandum" konusu olarak sokması, ancak "gaflet" kelimesi ile tanımlanabilir.
Rejim tartışması mı? "
Başörtüsü"nün bile rejim sorunu olarak algılandığı bir siyasal ortamda, ancak Suudilerin, İranlıların, Sudanlıların, Taliban'ın normal karşılayacağı "İçki yasaklansın mı" içerikli bir referandumu gündeme getirenler, ne Kürt açılımında, ne de benzer açılımlarda geniş kamuoyu desteği bulabilirler.
"Dini inançlara saygı" ve "Demokratik laiklik" hepimizin sahip çıkmamız gereken ilkelerdir.
Dini inaçları dolayısıyla dileyen alkollü içki içmeyebilir. Ama bunu bir referandumla "Çoğunluk karar versin" çizgisine taşımak, aklı başında herkesi rahatsız eder.
Bunu "Ramazan'da oruç tutmayanlar cezalandırılsın mı, cezalandırılmasın mı" içerikli referandumların da izleyebileceği kuşkusu doğar kitlelerde.
Siyasal sağduyu diye bir olgu varsa, böyle bir referandum ne bugün ne de yarın Türkiye'nin gündeminde olmalıdır.
Böyle girişimler, "Kürt açılımı" nı da "Demokrasi açılımı"nı da buharlaştırır.
Gündeme yeniden "Şeriat tehlikesi" maddesi egemen olur.