Bir siyasi partinin ülkedeki en büyük değişimin öncüsü olduktan sonra sürekli değişimin dışına düşmesine örnek vermek gerekirse CHP'yi gösterebiliriz.
Aslında aralarında Baykal'ın da bulunduğu CHP'liler statükoculuğu partinin kaderi olmaktan çıkartmak için 1960'ların sonundan başlayarak sayısız tartışmalar yaptılar.
Bülent Ecevit'in liderliğindeki "Ortanın Solu" hareketinin ideologu Turan Güneş'in bu konuya ilişkin tahlilleri hâlâ geçerliliklerini korumaktadır.
Turan Güneş Demokrat Parti'nin iktidar olmasını şöyle yorumlamıştı:
- 1946'da CHP kadrolarındaki taşlaşmanın ve değişmezliğin karşısına Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği yeni insanlar çıktı. 1946'nın Türkiye'si de, halkı da 1923'tekinden çok farklıydı. Şahıs olarak da sınıf olarak da yeni güçler belirmişti.
- Cumhuriyet'in geliştirdiği belirli ölçüdeki sanayinin işçileri vardı artık. Bunun yanında azınlıkların boşalttığı yeri doldurarak Anadolu'da ortaya çıkan esnaf ve tüccarlar da Demokrat Parti'yi destekliyorlardı. Bunun yanında kalkınmanın yükünü taşıyan ama yönetimin dışında bulunan köylü de CHP'ye karşıydı.
Eşraf ve bürokrasi
- Ülkede CHP'ye ekonomik güç olarak "eşraf" kalmıştı. Bu süreçte CHP halktan uzaklaştı. CHP'nin Türkiye'yi çağdaşlaştırma ve modernleştirme çabasının bir dayanağı eşraftı. Bunlar Kurtuluş Savaşı'nda Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti'nin belkemiğini oluşturmuşlardı. Büyük aileler Atatürk'ün getirmek istediği modern topluma en açık olan kesimdi.
- CHP'nin Türkiye'yi modernleştirme ve çağdaşlaştırma çabasının diğer dayanağı ise Tanzimat'ı ve Meşrutiyet'i yapan "seçkinler"di. Yani "sivil- asker bürokrasi"ydi.
Bu tahlillerin üzerinden 40 yılı aşkın zaman geçti.
Bu tahlillerin doğruluğu da Bülent Ecevit yönetimindeki CHP'nin yenilenerek, rakibi Adalet Partisi'nden daha fazla oy alabilmesi ile birkaç kez kanıtlandı. Kemikleşmiş CHP seçmenini oluşturan "Cumhuriyet Seçkinleri" yanında demek işçiler de, işverenler de yeni CHP'ye oy verebilirlerdi.
Bugün ise CHP yine 1946'daki konumunda...
Değişimin, dünyaya açılmanın, sivilleşmenin, serbest rekabetin ve globalleşmenin sonucu olan yeni toplumsal yapıya karşı CHP, asker-yargı ekseni üzerinde siyaset üreterek direnmeye çalışıyor.
Burada bir başka bahtsızlığı daha var CHP'nin.
Partinin şu andaki lideri Deniz Baykal'ın siyasal portresi, hiç çizgisi olmayan bir soyut resim gibi.
Oynak tutumlu lider
Baykal'ın hiçbir temel konudaki tutumu bilinmiyor.
Sivilci mi militarist mi, özelleştirmeci mi devletçi mi, AB yanlısı mı AB karşıtı mı, halkçı mı seçkinci mi, v.b. Baykal'ın ve dolayısıyla CHP'nin temel konulardaki söylemini Başbakan Erdoğan'ın her ak dediğine kara demek pratiği oluşturuyor.
Bir gün 1980'in 12 Eylül darbesini yargılamak için anayasa değişikliği önerisini ortaya atıyor. Ertesi gün askerlerin askerlik ve yasa dışı fiillerinin sivil yargıya taşınmasını mümkün kılan kanunu, Anayasa Mahkemesi'ne iptal için taşıyor.
Ayıp olmasa Baykal "Siyasi suçlular askeri mahkemelerde yargılanmalı" bile diyebilir.
Turan Güneş iki uyuşmazın birlikteliğini vurgulamak için "Hiç lodos-poyraz diye bir rüzgâr olur mu" derdi.
Şu anda CHP rüzgârı aynı anda hem lodos hem poyraz esmekte.
Bu nedenle CHP iktidar alternatifi olamıyor.
Bir partinin zayıflaması doğaldır.
Ama eğer yargı da ve mesela Anayasa Mahkemesi de CHP çizgisine girerse ve sivilleşme ile demokratikleşmenin farklı olgularmış gibi yorumlandığı kararlar bu yüksek mahkemeden çıkmaya başlarsa, hukuk da çığırından çıkabilir.