Neticede bilgisayara siz ne yüklerseniz ya da başkaları ne yüklerse onları alabilirsiniz. "Windows" programı sayesinde de birden fazla konuyu birden fazla pencereden izleyip, değerlendirebilirsiniz.
Bütün bunlar insan yapımı.
Bunları yaratan üreten ve kullanan insanın, bir bilgisayar programından öteye gözlemleme ve algılama yeteneği olmalıdır. Aynı anda birden fazla pencere açıp farklı açılardan yurdu, dünyayı, olayları ve toplumları anlamaya çalışmak, "Windows" programında kalmamalıdır.
"Kül Öykü Gazetesi" nden Sadık Yalsızuçanlar'ın yaptığı Enis Batur söyleşisinin bir bölümü mtvmsnbc.com sitesinde yayınlanmıştı.
Enis Batur bizim dünyaya açılan pencerelerimizi irdeleyen müthiş bir sorgulama yapmıştı bu söyleşide.
Şöyle diyordu:
-Türkiye, komşularını bile tanımaya yanaşmayan özellikleri, şişinik milliyetçiliğiyle kafesi andırıyor. Bunca parmaklıkla kuşatılıyken horozlanıyoruz bir de. Yabancımız saydığımız her kültüre nefret, öfke, haset ile bakıyoruz. Öte yandan, geniş kitlenin izlediği televizyon kanallarında Amerikan dizileri, Bundesliga maçları, Oscar ödülleri baştacı ediliyor, bütün eğlence programları harfi harfine Batı'dan çalınıyor. Her türlü "marka"nın tutsağı bir tüketim ağı egemen.
Kaç penceremiz var?
Batur kendi konumunu da, "Evrensel kültüre açılan kaç penceremiz var? Kaç kişi o pencerelerden sağa sola bakıyor? Çeyrek yüzyılı aşkın bir süre bu zihniyet tıkanıklığına karşı savaştım, ağzımın payı verildi, geri çekildim. Ama, bütün pencerelerimi açık tutmayı sürdürüyorum, sürdüreceğim" sözleriyle özetlemişti.
Aslında Enis Batur'un öz-eleştiri niteliğindeki bu tepkisini zaman zaman hepimiz göstermeyi denemez miyiz?
Yıllardır gündemimizden bir türlü çıkamayan ve kriz konusu niteliği taşıyan kronik sorunlarımızın çözümü, bazan dış dünyanın konjonktürü aracılığı ile sunulur bize.
Hepimiz "Galiba çözümün eşiğindeyiz" diye düşünürüz.
Ama şu ya da bu şekilde çözüm belirsiz bir ileri tarihe ertelenir.
Hatırlayın 1999'da Abdullah Öcalan'ın ABD tarafından Türkiye'ye teslim edilmesini... Clinton'un ziyaretini ve yaptığı konuşmaları... Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'ye AB'nin kapılarının açılmasını...
Aradan geçen yılların ertesinde yine sanki "Çözümün eşiğinde" gibiyiz...
Ama çözüme giden yolun açılması için yapılması gerekli şeyler belli.
Kamuoyunun beklentisi
Araştırmacı Hatem Ete bunları Zaman'daki yorumunda şu şekilde özetlemişti dün:
-Aktörlerin ardı ardına yaptıkları açıklamalarla kamuoyunda yükselen beklentinin bir süre sonra yerini derin bir hayal kırıklığına bırakmaması için, soruna taraf olan ve esasında çözümün anahtarını elinde bulunduran kamu otoritesinin ve siyasi aktörlerin, Meclis çatısı altında geniş uzlaşıya dayanan bir müzakere neticesinde somut bir eylem planını ve yol haritasını ortaya koyması gerekir.
Türkiye'de sesleri çok fazla duyulmayan "Bilge adam"lardan biri de Nabi Yağcı'dır.
Nabi Yağcı dün ile bugün arasındaki benzerlikleri Taraf'taki yazısında şöyle anlatmıştı:
-Soğuk savaşın bitimini başlatan Gorbaçov rüzgârı ile Soğuk Savaş'ın kalıntılarını temizlemeyi üstlenmiş gibi görünen Obama'nın değişim rüzgârı dış konjonktür açısından dünle bugün arasında bir benzerlik olduğunu söylüyor bize.
Tehlikeler neler
-İç konjonktür açısından da Turgut Özal'ın değişimci açılımları ile bugün arasında benzerlikler görmek mümkün. Bunlar fırsatlar hanesine yazılacak benzerlikler.
-Tehlikeler açısından da benzerlikler söz konusu. O tarihlerde de bir yandan demokrasi ve özgürlükler yönünde ufak da olsa bir genişleme süreci yaşanırken, tersi tepkiler de artıyordu. Tutuklamalar, işkenceler, faili meçhuller, provokasyonlar artarak sürüyordu...
Başta da söylediğim gibi bütün pencerelerimizi açık tutmaya çalışmalıyız.
Bunu birey olarak kendimiz yapamıyorsak, pencerelerini açık tutanların söylediklerine kulak vermeliyiz.