Sovyetler Birliği çöküp dağıldıktan sonra olup bitenlerden kim bilir ne tür gülünç öyküler çıkartılabilir.
Bunlardan birini 1990'lı yılların başında anlatmışlardı.
Kuzeydoğu illerimizdeki bir döküm atölyesinin sahibi, ihaleye katılıp Tiflis'in bir meydanından sökülen Lenin heykelini satın almış ve kamyonla kentine taşımış.
Lenin'in vücudunu parçalayıp eritmiş.
Lenin'in başını da bir kaideye oturtup, atölyesinin arka bölümüne yerleştirmiş ve önünü bir perde ile kapatmış.
1 Mayıs'a rastlayan günün akşamı, kentin bilinen solcularını ve eski tüfeklerini atölyesinde yemeğe davet etmiş. İçkinin kafaları dumanlaştırmaya başladığı geç saatte masadan kalkmış, arkaya gitmiş ve perdeyi açmış.
- Sonra konuklarına dönmüş,
- İşte sizinkini alıp buraya getirdim. İsteyen alıp evine götürebilir, çünkü artık tehlikeli sayılmıyor, demiş.
Bana bu olayı anlattıklarında rahmetli Kemal Tahir'in Sovyetler Birliği'ni davetli olarak ziyaret etmesi sırasında yaşadıklarını hatırlamıştım.
Kimin heykeli bu?
Sovyetler'den döndüğünde, Sabahattin Selek gibi, Tahir Alangu gibi arkadaşlarının içinde bulunduğu bir topluluğa, yaşadıklarını anlatıyordu.
Kemal Tahir bir meydanda kocaman bir heykel görünce sormuş:
- Bu kimin heykeli böyle?
Ona eşlik eden rehber "Bu Lenin" demiş.
Bu cevap Kemal Tahir'i öfkelendirmiş:
- Dostoyevski varken bu sapısiliğin heykelini dikmeye utanmadınız mı, diye tepki koymuş.
Bütün bunlar geride kaldı.
Artık 1 Mayıs da resmi bayram.
Ama geçmişe özlem duyanlar, hasretlerini simgelerle gidermeye devam etmekte.
Örneğin "Taksim takıntısı" her 1 Mayıs'ta yine gündeme geliyor.
Ve geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Taksim'e giden yollarda sendikacılar ve işçiler değil, provokatörler olay çıkardı.
"Yeter ki gel bana senede bir gün" şarkısındaki gibi durum.
Her 1 Mayıs'ta bu olanlar tekrar tekrar olmak zorunda sanki.
Ama ne bayram...
Olayların dökümüne bakın.
Cihangir'de banka ve market camları indirildi, Tarlabaşı'nda polise atılan molotof kokteylinden yangın çıktı, Pangaltı'da çöp tenekeleri ile yollara barikatlar kuruldu, Osmanbey'de polisle çatışma oldu, Kurtuluş'ta dükkânlara ve araçlara zarar verildi, v.b.
Acaba DİSK'in yöneticilerinden biri İstanbul'un Valisi, diğeri de İstanbul'un Emniyet Müdürü olsalardı, bu durum karşısında ne derlerdi?
1950'nin İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, 14 Mayıs seçimi öncesindeki CHP Taksim mitingine katılanların çokluğu ile övünmek için İsmet İnönü'ye "İşte Paşam İstanbul" demişti ya.
Sonra da o seçimde CHP ezici bir yenilgiye uğramıştı ya.
Daha sonra da aynı kalabalıklara Taksim'de Kıbrıs için "Ya taksim ya ölüm" diye bağırttırılmış ve bu süreç 6-7 Eylül yıkımına dayanmıştı ya...
Yani bu Taksim, kimseye pek hayır getirmiyor.
Tabii ki diyecek fazla söz yok.
Herkes kendi konumunun gereğini yapmak durumundadır bu dünyada.
Yeni bayramımız 1 Mayıs'ı da demek böyle kutlayacağız artık.
Hayırlı olsun!