Belirli yaşa ulaşmış, belirli mevkilere gelmiş, bellekleri ezberlerle ve hatta doktrinleşmiş ideolojik dogmalarla şekillenmiş insanların zihinlerinde herhangi bir konuda "kuşku" öğesinin varlığını aramak sizi hayal kırıklığına uğratabilir.
Bu tür insanlarda "düşünce" de tıpkı "din" gibi inanç biçimine dönüşmüştür.
Bunlar değişimi "tehdit", yerel ve evrensel güncel gerçekleri de "yozlaşma" olarak nitelerler.
Eğer bu tür bir düşünce dünyası üniversitelere de egemen olursa, bütün fakülteler toplum mühendisleri üretmeye başlar. Takvimler hiç bitmeyen bir Ortaçağ'ı gösterir.
Çünkü insanlığın sahip olduğu bütün bilgi ve düşünceler kitaplıklarda vardır.
Üniversiteler ise bütün bu kitaplarda yazılanların yanlış olabileceği kuşkusunun var olduğu, çoğunlukların doğru kabul ettiği olgular üzerinde de spekülasyonun yapılabildiği mekânlardır.
Devekuşu politikası
Bu girişten sonra tabii ki "türban" konusuna girmek istiyoruz.
Bunca sosyologun, sayısız siyasal bilimcinin, antropologların, tarihçilerin, psikologların dünyayı, doğayı ve insanı anlamak için çalışma yaptıkları üniversitelerimizin bazı rektörlerini ve öğretim üyelerinin "türban" üzerinden bir siyasi kaos arayışı yapmaları, sizi de şaşırtmıyor mu?
Başları örtülü genç kızlar, Türkiye'ye uzaydan mı geldiler?
Yıllarca "Kürt realitesi "ni görmezden gelmemizin sonuçlarını, "Güneydoğu Sorunu" ile "Bölücü Terör" ün birbirlerinin mütemmim cüzü haline gelmelerinde yaşamıyor muyuz?
Diyelim ki üniversitelere başı örtülüleri sokmadık.
Böylece üniversitelerimiz "laik kaleler" olarak "düşman" a direndi.
Peki başı örtülülerin gezip yürüdüğü, çalıştığı, oy kullandığı, vergi ödediği, evlendiği, çocuk doğurduğu, çocuklarına temel eğitim verdiği ülkenin sokakları, evleri, fabrikaları ve değişik mekânları şeriatçılığa mı teslim edilmiş olmaktadır bu durumda?
Başı açıkların korkusu
Eşlerinin başı örtülü cumhurbaşkanları, başbakanları, milletvekilleri, bunlara oy veren geniş kitleler ve eşinin başı örtülü bürokratlar, profesörler, hep birden üniversiteyi kuşatmış bir ordunun askerleri midir?
Bu, işin bir yanı.
Bir diğer yanda da "başı açık" kadınların durumu var.
Birbirlerini tehdit olarak gören erkekler aralarında hesaplaşırken, başı açık kadınların "korku" sunu da "türban" a özgürlük vermeyi amaçlayan kesimler görmezden gelmekte.
"Türban" nasıl bir siyasal veya dinsel simgeyse, başı açıklık da aynı şekilde bir simgedir.
Her şeyin kaynağının dünyada olduğunu düşünen, dini inançlar ile vücudunun özgürlüğünün karşı karşıya getirilmesini istemeyen, erdem ölçüsünün saçlarla ve gerdanla anlaşılmasını ilkel bulan bir dünya görüşünün de yansımasıdır başı açıklık.
Nasıl başını örtenler Türkiye'nin kadınlarıysa, başlarını açık tutanlar da, Türkiye'nin kadınlarıdır.
Onlar da yok sayılıyor
Başlarını örtenler nasıl yasaklarla özgürlüklerinin kısıtlandığını düşünüyorlarsa, başları açık olanlar da bir gün başlarının zorla örtülebileceği endişesine sahiptirler.
Ve bir kısım rektörler nasıl başı örtülüleri yok saymaktaysalar, başı örtülülerin eğitim hakkı için uğraş veren siyasetçiler de, başı açıkların endişelerini görmezden gelmektedirler.
Başbakan Erdoğan'ın "Batı'dan ahlaksızlık aldık" veya "gazeteler de çıplak kadın resimleri basmıyor mu" benzeri söylemleri de, başı açık olanların endişelerini körüklemektedir.
Avrupa Birliği ile entegrasyonda atılan adımların yavaşlaması, kökeninde "mukaddesatçılık" da bulunan " Muhafazakâr Demokrat" AK Parti iktidarının gerçek "çağdaşlaşma projesi" hakkında kuşkular uyandırmaktadır.
Keşke siyasal yelpazenin sağdan sola bütün renkleri TBMM'ye yansımış olsaydı.
Keşke sosyal demokratlıktan kolayca nasyonal sosyalistliğe kayabilen CHP, başı örtülülerin de başı açıkların da birbirlerinden ürkmeden demokrasiyi ve özgürlükleri teneffüs edecekleri bir "radikal liberal demokrat" siyasal projeyi alternatif olarak sunabilseydi.
Sonuçta laiklik ve inanç özgürlüğü gibi demokrasinin temelini oluşturan kavramlar üzerindeki uzlaşmaların sağlanmasını da, birbirlerini düşman olarak gören sağırların diyaloguna bırakmadık mı?