Ülkenin bütünlüğüne ve insanların can güvenliğine dönük somut ve sıcak bir tehdit olduğu zaman, toplumun bunu soğukkanlı karşılaması ve "bu da geçer" tevekkülü içinde sessizliğe gömülmesi elbet mümkün değildir.
Bu açıdan Silahlı Kuvvetlerimizin PKK terörizmine karşı başlattığı sınır ötesi harekâta verilen toplumsal destek, güvenlikleri tehdit altında bulunan dünyanın her ülkesindeki toplumların kendi güvenlik güçlerine vereceği destekten farksızdır.
Ayrıca "Devlet"in de, bölücü terör tehdidine karşı hareketsiz kalması mümkün değildir. Nitekim hareketsiz kalınmamıştır da.
Bir yanda bu gerçekler var.
Diğer yanda da "siyaset" ve "diplomasi" mesleklerinin, kitlesel heyecanların ve beklentilerin ötesindeki boyutları değerlendirme beceri ve yetenekleri bulunmak durumunda.
Burada da "Türkiye-Amerika-Irak" üçgenindeki karmaşık ilişkiler sarmalının çok iyi değerlendirilmesi gerektiği gündemde.
Bu değerlendirmeleri yorumcu meslektaşlarımız açıkçası başarıyla yapmakta.
İki örneği dünkü gazetelerden verelim.
Amerikan müsaadesi
Sabah'ta Soli Özel şu gözlemlerini yazmıştı dün:
- Her şeyden önce belli ki Türkiye bu harekâtı ABD'nin desteği ve müsaadesi sayesinde yapabilmektedir. İki aydır süregelen hava saldırılarında kullanılan istihbaratın ABD tarafından verildiği biliniyor. Bu kez de operasyon için ABD'nin bir yeşil ışık yaktığı belli.
- Sebebi de ABD'nin Irak'ın geleceğiyle ilgili beklentilerinde, Ortadoğu'ya yönelik politikalarında Türkiye ile işbirliğini tercih etmesidir. Ancak gene bellidir ki Türkiye'nin elinde bir açık çek de yoktur.
- Gerek süre gerekse kapsam konusunda özellikle de sivil hedeflere yönelik bir tahribat ihtimali karşısında bir rahatsızlık olduğu Amerikan Savunma Bakanı'nın söyleminden bellidir. En az bunun kadar önemlisi ne Irak'ın bütünü ne de Arap dünyası ve İran bu harekâtın çok uzun sürmesini sindirecektir.
Tezkere ve Washington
Referans'ta yazan Cengiz Çandar'ın gözlemleri de şöyleydi:
- Tam bir hafta önce başlayan "kara harekâtı", Türkiye'nin "askeri gücü" ile Kuzey Irak'a dönüşünü simgeliyor. Bu "Amerikan yeşil ışığı" ile mümkün olduğu için, bir yanı ile, Türk-Amerikan ilişkilerinin "stratejik boyut" ta tamir edilmesini ifade ettiği gibi, harekâtın kapsamı ve süresi, ABD'nin "işbirliği" ne bağımlı kalıyor.
- Hükümet kızabilir, "Biz, Meclis'ten tezkere çıkarttığımız için, TSK, Kuzey Irak'tadır" diyebilir ama, eğer 5 Kasım'da (2007) Beyaz Saray'da sağlanan Tayyip Erdoğan-Bush mutabakatı olmasa ve ABD, bu harekâta "yeşil ışık" yakmasa, tersine "Hayır, giremezsiniz; girerseniz beni karşınızda bulursunuz" deseydi, bu harekât olamazdı. Tezkere çıkmış olmasına rağmen olamazdı.
- Kuzey Irak'a girerek PKK ile hesaplaşma isteğini, Türkiye'nin "sabit"i olarak denklem içine yerleştirirsen, burada, denklemin "değişken" unsuru ABD'dir. ABD, Türkiye'ye ilişkin "pozisyon değişikliği"ne gitmiştir.
- Washington, Türkiye ile şu aşamadaki "işbirliği"ni, Erbil'in görece zayıflamasına yeğliyor... Tabii ki, bunun bir "sınır"ı var. Kuzey Irak'ın, bugün olduğundan daha fazla "istikrarsızlaşması", Kürtlerin "Bağdat denklemi "nin dışına çıkarak "Irak'ın topyekûn istikrarsızlaşması"na yol açılması.
Bu iki meslektaşımızın gözlemleri, inkârı mümkün olmayan gerçekler.
Siyaset düzeyi
Bu gözlemlerin iktidar ve muhalefet politikacıları tarafından da seslendirilebileceği bir siyaset düzeyine ihtiyacımız var.
"Bize kimse karışamaz", "İstersek sonuna kadar süresiz gideriz" içerikli iç kamuoyunun duygularına dönük pozisyon açıklamaları, şu anda en az ihtiyaç duyduğumuz tutumlardır.
Washington'un Ankara'ya taşınmaya başladığı bu günlerde, heyecanlı seçmen kitleleri yanında "dünya gerçekleri"ni de hesaba alan söylemler bekliyoruz.
Bu hesaplar 1974'teki Kıbrıs Harekâtı'nın ikinci aşamasında unutuldu. Uluslararası konjonktür göz ardı edildiği ve olay iç politika malzemesi yapıldığı için Kıbrıs hâlâ Türk dış politikası üzerindeki ipotek olarak bir "kriz konusu" niteliğini sürdürüyor.
Özetle "Bush'un Adamları" ile Ankara'da görüşmeler yapılırken bunlara iç siyasetteki çekişmelere baktığımızdan farklı bakmayı denemeliyiz.
Bazıları türbanı "kaos " kaynağı olarak kullanmayı deneyebilir.
Oysa dünya konjonktürü ile dış ve iç politika arasındaki uyumu sağlamazsanız "asıl kaos"un ne olduğunu o zaman görürsünüz..