ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın 26 Nisan'da Türkiye'yi ziyaret edeceği kesinleştiğine göre, bu ziyaret vesileyle iki ülkenin dış politikasına yön veren odaklar, özellikle son dönemde kamuoyuna yansıyan gerginliklerin nedenlerini çok açık biçimde tartışıp, teşhis etmelidirler.
Rice'ın ziyareti, görüş ve çıkar farklılıkları görmezden gelinerek, kalıplaşmış "İki müttefik çeşitli konularda aynı görüşlere sahiptir" açıklamaları ile ziyan edilirse, bu ittifakın sağlığını tehdit eden müstakbel kriz konuları birer saatli bomba gibi, geriye sayışlarını sürdürür.
Tabii ki Ankara, şu anda ABD'yi köşeye sıkıştıran zorlukların, hatta çaresizliklerin farkındadır. Örneğin Irak'ta adeta bir iç savaş görüntüsü veren SünniŞii çatışması ve hâlâ Irak Meclisi'nin toplanamaması, bu ülkenin bölünmesinin işaretçisi gibidir.
Irak'taki ABD Büyükelçisi Zalman Halilzad, 18 Nisan'da İngiliz The Guardian gazetesinden Jonathan Steel'e verdiği demeçte, Amerika'nın bu ülkeden "Erken" çekilmesi halinde karşılaşılacak felaket senaryolarını sıralarken bu senaryolardan birini "El Kaide'nin petrol zengini Irak'a egemen olması" şeklinde anlatıyor ve şöyle diyordu:
- Irak bir iç savaşa sürüklendiği takdirde, Kürtler de kendi kaderlerini kendi ellerine almak kararına varacaklar ve bu da bölge güçlerinin işe karışmasına neden olacaktır.
KERKÜK'E MÜDAHALE
The Guardian muhabiri, Halilzad'ın bu sözlerle, "Kürt ordusu petrol zengini Kerkük'ü alabilecek ve bu da Türk ordusunun yerel Türkmenleri koruma gerekçesiyle müdahalesine dayanabilecektir" demek istediğini vurguluyordu Bağdat mahreçli haberinde.
Yani Irak Krizi, ABD'nin ne kadar doğrudan meselesi ise, çeşitli boyutları ile Türkiye'nin de doğrudan meselesidir. Bir başka deyişle ABD'nin Vietnam'dan çekilir gibi yenilerek Irak'tan çekilmesi, Türkiye'yi Kürtler veya Türkmenler, İran'ı ise Şiiler dolayısıyla doğrudan bu ülkenin içine çekebilir. Şu anda Kuzey Irak'taki PKK varlığını Türkiye'nin sadece uyarılara konu etmesinin nedeninin, bu ülkedeki ABD askeri varlığı olduğunu ise, Mısır'daki sağır sultan bile duymuş bulunuyor.
Bu tür sorunlar gündemdeyken ABDİran gerginliğinin bir sıcak çatışmaya dayanabileceği ihtimali, doğal olarak Türkiye'yi müttefikine karşı mesafeli bir pozisyona itiyor.
Bir de kamuoyuna sık sık yansımaya başlayan ve Ankara'nın Washington'la her konuda (Mesela Hamas konusunda) tam uyum içinde bulunmaması nedeniyle, "ABD'nin AK Parti iktidarını çizdiğini" vurgulayan haberyorumlar var gündemde. Rice'ın Ankara ziyaretinde bu konu da çok açık biçimde ele alınmalıdır.
MUSADDIK DARBESİ
The New York Times'ın eski Türkiye temsilcisi Stephen Kinzer, son kitabında (Overthrow: America's Century of Regime Change From Hawaii to Iraq -Times Books, April 2006) ABD'nin başka ülkelerin rejimlerine yaptığı müdahaleleri incelerken, 1953'te CIA'nın o zamanki İran Başbakanı Musaddık'ı nasıl devirdiğini anlatırken, özetle şu gerçekleri vurguluyor:
- Musaddık laik-milliyetçi-demokrattı. İngilizlerin elinde olan İran petrollerini millileştirdiği için, Washington'daki Eisenhower yönetimi, onun bir Sovyet yanlısı komünist olduğuna inandırıldı. CIA darbesi ile Musaddık devrilip, yerine Şah'ın baskıcı rejimi ikame edildi. Bugünkü İran rejimindeki anti-Amerikanizmin kökeni, Musaddık darbesinden kaynaklanıyor. Ama bilelim ki Humeyniciler, Musaddık'ın bir kahraman gibi anılmasını istemiyorlar. Çünkü Musaddık demokrat ve laik bir politikacıydı. Neticede ABD'nin Musaddık darbesi, Afganistan'dan İran'a, anti-Amerikan ve teokratik-despot rejimlerin bilinç altındaki gerekçesi olmuştur. (Bu konuda geniş bilgiye internette, "buzzflash.com/ interviews /03/07/29 kinzer.html"den ulaşılabilir.) Yani Rice Ankara'dayken, onun Türkiye'nin demokrasisine saygısının vurgulanması da sağlanmalıdır. İç politikaya müdahale görüntüsünün ortauzun vadede hem ABD'nin hem de müdahaleye hedef olan ülkelerin başlarına ne işler açtığı bu ziyaret vesilesiyle hatırlanmalıdır.
DEMOKRASİYE SAYGI
Unutulmamalıdır ki, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın izlediği Batı ile uyumlu dış politika, genel olarak ABD'yi ve AB'yi "Batı Kulübü" olarak gören muhafazakar-mukaddesatçı kesimlerin, özellikle Irak'taki durumdan kaynaklanan tepkilerini nötralize etmiştir. Tüm dünyada yükselen Siyasal İslam ve Amerikan karşıtlığı, AK Parti'nin "Muhafazakâr demokrat-Batıcı" kimliğe sahip çıkması ile, Türk toplumunda fazla rağbet bulmamıştır. Bu tabloyu ABD'nin veya başkalarının bozması, en azından akıl ve hesap dışı olur.
Amerikan dış politikasına yön verenler ve ABD'yi yabancı ülkelerde temsil eden diplomatlar, "Demokratik rejim önemli değil. Rejimin bizim her dediğimize evet demesi önemli" anlayışını rafa kaldırmalıdır. Irak'ta demokrasiyi kuramazken, demokrasiyi hayat tarzı haline getirmiş ülkelerin istikrarına en azından özen göstermelidirler.