Hayata bakış açısı sade insandan insana göre değil, toplumdan topluma göre de değişir. Bazı toplumlarda kötümserlik, adeta bir erdemdir.
Bazı toplumlarda insanlar "Dün akşam acıklı bir film seyredip, doya doya ağladık; çok eğlendik" diye konuşurlar aralarında. Daha iyi günleri hayal etmek yerine "En kötü günümüz bugün gibi olsun" benzeri dilekler sık sık seslendirilir böyle toplumlarda.
Türk toplumu da Ortadoğu coğrafyasına özgü olan "Dertleri zevk edindim kendime" felsefesinden payına düşeni almıştır.
Düşünün ki, çöken bir imparatorluğun parasal borçlarını bile tasfiye edip, Kurtuluş Savaşı ertesinde bir cumhuriyet kurmuşsunuz. Dünya savaşlarının ve bölgesel çatışmaların dışında kalmayı başarmış, petrol benzeri doğal zenginlik piyangoları size çıkmamışken kendi kadrolarınızı yetiştirmiş, alt yapınızı tamamlamış ve demokrasiye geçmeyi de başarmışsınız. Siyasal ve ekonomik krizleri de geride bırakıp, "Sürdürülebilir büyüme" sürecine girmişsiniz.
Her ülke gibi sizin de doğal olarak çözüm bekleyen sorunlarınız olacaktır. Sanki ABD mi, Çin mi, Fransa mı, Hindistan mı, Rusya mı sorunsuzdur? Topraklarından petrol fışkıran İran mı, Irak mı, Suudi Arabistan mı, Nijerya mı sorunsuzdur sanki?
Ama siz burada sorunlara çözüm üretmek yerine, başarılarınızı da bir kenara itip, sürekli "Battık, batıyoruz" veya "Bu halk rejimin tehdidi" derseniz, sizin gibi olmayan ya da düşünmeyen herkesi " Tehdit " ya da "Tehlike" kaynağı olarak görürseniz, demokratik siyasetin doğasındaki farklılıklara dayalı rekabeti "Rejim kavgası" biçiminde sunarsanız, "Değişim "i " Yozlaşma " biçiminde algılarsanız, bu durum toplumda moral ve yarına dönük ümit bırakır mı? Sayın Cumhurbaşkanı Sezer'i bir örnek olarak ele alalım.
Bir Türk'ün "Başarı öyküsü " yazılacak olsa, buna en iyi örnektir Sayın Sezer. Anadolu'dan çıkmış, hukukçu olmuş, yüksek yargıçlıklar yapmış ve sonunda Cumhurbaşkanlığı'na seçilmiştir. Ve Cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye'nin hayal projesi olan AB üyeliği için müzakereler başlamıştır. Bu, hukukun üstün olacağı, demokrasinin sağlığının garantileneceği, Batı uygarlığı ile kaynaşmanın tamamlanacağı bir yarının habercisidir.
Özetle genç bir insan için hayal edilmesi zor bir gelecek, Sayın Sezer için biyografidir.
Bu noktada Sayın Sezer'in birazcık mutlu olması, yüzünün gülmesi, vatandaşlarına ümit verecek sözler söylemesi, endişelerinin ve uyarılarının yanında mutluluk nedenlerini de seslendirmesi gerekmez mi? Çankaya'nın ilk sakini Atatürk, henüz savaştan yeni çıkmış, yoksul ve yorgun topluma moral vermek için neler söylememiş. İsmet İnönü, etrafı 2'nci Dünya Savaşı ortamının ateş ve kanla çevrili Türkiye'sinin önüne hep moral verecek söylemlerle çıkmış. Son dönemde Özal da, Demirel de, Türkiye'nin diplomatik ve ekonomik ilişkilerini geliştirmek için dünyayı dolaşıp durmuşlar. İçeride de katılmadıkları "Kurtuluş Günü" veya fabrika açılışı ya da temel töreni kalmamış.
Yani Sayın Sezer'in Türkiye gibi genelde bir "Başarı Öyküsü" olan Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olmaktan ötürü mutluluk duyması gerekmez mi? Bu konumunun gereği olarak da , "Halk" ı tümüyle kucaklaması, toplumu birleştiren öğeleri de vurgulaması, milletine moral vermesi de doğru olmaz mı? Bu coğrafyada kötümserlik zaten fazlasıyla var. İnsanlar "Hastayım, yalnızım, seni yanımda sanıp da bahtiyar ölmek isterim" şarkısında zaten kendilerini buluyorlar. Ama Atatürk bile bundan sıkılıp, Bimen Şen'e "Yüzüm şen, hatıram şen, meclisim şen, mevkiim gülşen" diye şarkı yaptırmış.