Yeni dünyayı eski kavramlarla anlamak ve anlatmak ne kadar mümkündür?
Anakronik yaşama çabalarının zorluğunu bazen en basit, bazen de çok karmaşık olayların tartışılmasında hep görüyoruz.
Çok somut bir örnek vereyim.
Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu, Hürriyet'te Faruk Bildirici ile yaptığı söyleşide, Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü sürdürebilmesi adına bir ortak gelecek ülküsü ihtiyacından söz ederken, bu ülkünün "Çağdaş bir Kızıl Elma" olduğunu söyledi.
Bugün gazetesinde buna değinen Gülay Göktürk de "Kızıl Elma" kavramını irdeleyip Erkan Mumcu'yu şu cümlelerle eleştirdi:
- Son zamanlarda yükselişe geçmiş görünen milliyetçi oylar bütün siyasilerin iştahını kabartıyor galiba. O pastanın bir parçasını da ben nasıl götürürüm hesaplarıyla birlikte böyle garip sloganlar üretilmeye başlıyor. Ama onu dostça uyarmak isterim. Bu konuda biraz geç kaldı. "Çağdaş Kızıl Elma"nın isim hakkını çoktan kaptırmış bulunuyor. Türkiye'de Kızıl Elma'cılar zaten var; koalisyon bile kurdular.
Tabii ki Mumcu'nun bu eleştiri karşısında sessiz kalması beklenemezdi. Nitekim Göktürk'e hemen bir açıklama göndermiş. Gülay Göktürk'ün dünkü yazısından anladık bunu:
- "Çağdaş Kızıl Elma" başlıklı yazım üzerine sayın Erkan Mumcu'dan bir mektup aldım. Mumcu benim, Kızıl Elma kavramının "zaman içinde yüklendiği anlamla ve birikmiş çağrışımlarıyla" ilgilendiğimi ama Mumcu'nun ona yüklediği anlamla hiç ilgilenmediğimi söylüyor ve şöyle diyor: "Elbette kelime ve kavramların zaman içinde yüklendikleri bir bagaj vardır. Ama yine de kavramlara yepyeni bağlamlar içinde yeni içerik ve çağrışımlar yüklemek mümkündür. (acaba? g.g.) (...) Ben, hepimizin tasarlayıp ortaklaşa paylaşabileceğimiz bir ' gelecek ülküsü' ne yani bir Kızılelma' ya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Anadilimizden seçtiğim bu ifadenin de ortaklaşabileceğimiz bu ülküyü anlatmak için hiç de yanlış ve yanıltıcı olmayacağını düşünüyorum." Eh, ne diyeyim, ben de Mumcu'ya, hiç başka kelime kalmadı mı, diyorum...
Erkan Mumcu'nun yeni hedefini eski kavramlarla anlatma çabası sonunda başına gelenlerin benzeri, tüm dünyadaki politikacıların karşılaştıkları durumunun aynısı.
11 Eylül 2001 El Kaide terörist saldırısı üzerine ABD Başkanı Bush'un "Terörizme karşı Haçlı Seferleri (Crusades) başlatmalıyız" içerikli konuşması da, İslam dünyasında kelimenin sözlük anlamı ile algılanmasına yol açmamış mıydı?
Ancak anakronizm, yani bugünü farklı bir zamanda yaşar konumda olmak, sadece sözcükleri ve kavramları seslendirenlerin asıl maksatlarının yanlış algılanması ile sonuçlanmıyor.
Örneğin dünyadaki sermaye temsilcileri ile ülke yöneticilerini bir araya getiren Davos'a karşı, "Porto Allegre Ruhu" adına Venezüella'nın Caracas kentinde yapılan "Dünya Sosyal Forumu"nu bazıları, "Fakirlerin zenginlere karşı direnişi" biçiminde algılıyor. Sanki Davos'ta dünyanın sömürücü ve gerici sınıflarının temsilcileri var. Caracas'ta da dünyanın 54 ülkesinden gelen on binlerce insan Davos'takilere karşı direnişi temsil ediyor.
Çetin Altan bu konudaki anakronizmi çok güzel yakalamıştı dünkü yazısında. Şöyle diyordu:
- Caracas'taki antiglobal sosyalizm doruğu, "ulus-devlet" modeli içinde, aşılmış bir "statü"ye sahip çıkıyor ve nasyonalizme yapışıyordu. 1848'in işçi enternasyonalizmi, günümüz sentezinde "statükocu" olmuş ve karşısında; işçi sınıfına gereksinmesi azalan bir kapitalizmin global denklemleriyle, asla sermayeciliğin işine gelmeyen evrensel yoksulluğa bir çözüm arayışını bulmuştu. Eski ilericiler, gericiliğe düşmüşlerdi. Uzay Çağı ilericilerinin bakışları, "ulus-devlet" modelinin ötesinde "dünya vatandaşlığı"na dönüktü.
Evet. Görüldüğü gibi yeni dünyayı anlamak eski kavramlarla pek mümkün olmuyor.