Selçuk Altun "Annemin Öğretmediği Şarkılar" romanında "İyi Ama Saygısız İnsanlar Kenti" başlıklı bir makaleden şu alıntıyı yapar:
- Kebapçıda birbirlerine hesap ödetmemek için yırtınan aynı iki kişi, trafikte birbirlerine yol vermemek için icabında parçalanır.
Son zamanlarda okuduğum "Biz"i tahlil eden en iyi cümle diyebilirim bu anlatıma.
Emekli olup 1'inci Ordu'daki görevini yeni komutana devreden Org. Hurşit Tolon'un "Aydınlar"ı karalamak için kullandığı kelimeleri okurken de, Selçuk Altun'un tahlilini hatırladım.
Şöyle demişti Org. Tolon:
- Aydınlıkları, kerameti kendinden menkul aydınlattıkları çevrenin de kaç güç oldukları bilinmeyen bir grubun bazı yandaşlarıyla birlikte kurulurken, ulus devlet formu üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını bozmaya yönelik girişimlerini nefretle kınayan.
Düşünürsek, biz Türkler'in ve özellikle Atatürk öğretisiyle yetişmiş kesimlerin en büyük yakınması, tarih sürecinde "Aydınlanma"yı kaçırmış olmamız, Rönesans'ı ıskalamamız değil midir?
Hatta tarih ve teoloji konusunda bilgileri tam olmayanların "Hıristiyanlar 500 yıl önce Reformasyon'u yaptı. Oysa İslam hâlâ kendi reformasyonunu bekliyor" dediklerini duymaz mıyız zaman zaman?
Yani "Aydın" olmak en büyük hedef, "Aydını az bir toplum" olmak da en büyük şikâyet konusudur bizde.
Buna karşı birileri ortaya atılıp, çoğunluğun veya resmi ideolojinin dışında bir şeyler söylemeye kalktıklarında, onlara ya "Sözde aydın"denir ya da "Aydınların ihaneti"nden dem vurulmaya başlanır. Kebapçıda hesap vermek için yırtınanların, trafikte yol vermemek için birbirlerini parçalamalarından farklı bir durum mudur yani bu?
Sayın Tolon'un askerlik mesleğinin zirvesine ulaşıp, emekliliğe hak kazanması kutlanacak bir durumdur. Ama unutmayalım ki, askeri veya sivil bürokraside, "Aydın Olmak" denilen mesleğin riskleri yoktur.
Bürokraside mesleğe girdikten sonra, kurallara uyduğunuz, üstlerinizin emirlerine saygılı olduğunuz, sivrilikler yapmadığınız zaman kıdem alıp terfi edersiniz. Sonunda emeklilik hakkını da elde edersiniz.
Oysa "Aydın" olmanın gereğini yerine getiren, sırasında çoğunluğa, sırasında resmi söylemlere, sırasında yazılı hukuka karşı çıkan aydınların hayatı risklerle doludur. Aydının kıdemi, rütbesi yoktur. Tartışma gücü, özgür ve özerk düşüncesi, medeni cesareti vardır.
Bu nedenle "Devlet"i temsil ettiklerini tarih boyunca varsayanlar, kendileri gibi konuşup düşünmeyen aydınları sevmezler. Katolik Kilisesi Galile'yi, 8'inci Henry de Thomas More'u sevmez mesela.
Tek Parti Rejimi de Nâzım Hikmet'i sevmemiştir bizde. Şimdi de birileri Orhan Pamuk'u veya Ahmet Altan'ı sevmemek üzerine politika yapmıyor mu?
Org. Tolon'un aydınları aşağılayan sözlerini onaylamasam da garipsemiyorum.
Fanatik dincilerin de kara listelerine aldıkları aydınlar yok mu sanki? Veya bazı Kürt aydınları da PKK'nın kara listelerinde değil mi? Aydın düşmanlığına Hitler'den, Stalin'den falan örnekler vermek anlamsız.
Şükredelim ki "Aydın", insan denilen canlı türü içinde yok edilmesi mümkün olmayan bir gruptur. Her topluma her çağda lazımdır.