Marketten "limonata" alıp içiyorsun ama içinde limon yok, hatta limonla ilgili hiçbir şey yok, sadece kimyasal bir madde yoluyla "limon aroması" var...
"Çikolatalı süt" alıp içiyorsun ama küçücük kutuda çikolatanın oranı binde beşi geçmiyor.
Üzerinde göz alıcı meyve resimleri bulunan paketlerde "meyve suyu" alıp içiyorsun ama meyve konsantresi eser miktarda; yoğun şekerin içine aroma katılmış...
***
Aroma...***
"Yapay et" konusunu ele alan yazılarım dolayısıyla bir okurum hatırlattı...***
Eh, böyle bir kaptırıp gitmişliğin...
Böylesine uysal ve endüstriye kalpten bağlı bir zihinsel tasavvurun...
Sentetik politik tutumlara...
Köklerini kaybetmiş fakat tadı kuvvetlendirilmiş kültürel ürünlere...
Ve bilumum "aromalara" karşı uyanık kalabilmesi mümkün mü?
PÜF NOKTASI, PANİK!
Bir yıl içinde öyle çok malumat yığıldı ki...
Geçen yıl bu tarihlerde virüsün devletleri nasıl bir korku rüzgârına doğru sürüklediğini unuttuk.
Oysa püf noktası orası...
Ben Merkel'i hatırlıyorum...
Hatta "Bu kadarı acayip!.. Lider özelliklerinden emin olduğumuz Merkel nasıl halkını böyle paniğe sevk eder?" diye yazmıştım.
Neden?
Çünkü Almanya Başbakanı, partisinin meclis grubunda çıkıp "Nüfusumuzun yüzde 70'i bu virüse yakalanıp hasta olabilir" demiş ve ortalık karışmıştı.
Biliyorsunuz...
Sonra ne oldu?
Bugün Almanya'da toplam vaka sayısı 2 buçuk milyonu aşıyor.
O kadar!
Soru şu:
Kim veya kimler/hangi yollarla devletleri paniğe sevk ettiler?
Yoksa bu ortam, başka bir dönüşüme hazırlık olarak devletler tarafından bile isteye mi kabullenildi?
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz