Böyle hiç konuşmadan sana baktığım zamanlar çok geride kaldı.
Fırtına çıkıyor ama umurumda değil.
Boynunun sol yanına bakıyorum.
Ne kadar güzel... miş.
Şimdi yağmur oturduğumuz masanın yanındaki pencereye kırbaç gibi vurmaya başladı.
Nasıl kırılgan bir boyun ve nasıl "anne" şefkatiyle eğiliyor.
Boynunun sol yanını gözlerimle öpüyorum. Evet! Gözler usulca öpmesini bilirler.
Tam o sırada bir taksi önündeki BMW'nin tamponuna hafifçe çarpıyor.
Artık bunlarla ilgilenmeyeceğim.
Çünkü merak ediyorum. Burnun hep böyle miydi?
Dudakların böyle çocukça neşeli miydi? Oysa bana kederli görünürlerdi. Belki o dudaklardan çıkan sözler yüzündendir...
Sen de gözlerini önce yüzümde, sonra ellerimde gezdiriyorsun.
Biri ilk kez ellerime bakıyormuş gibi utanıyorum. Ellerimi masanın altına çekiyorum. Gülümsüyorsun.
Bir şeyler söylemeye çalışıyorum.
Susturuyorsun beni.
"Şşşşt" diyorsun. "Bakmaya devam et, n'olur, konuşma! Bak, birbirimizi yeni tanıyor gibiyiz."
Bir kedi kucağıma çıkıyor, belli ki üşümüş.
***
Çok eski bir yazımdan bu yukarıya aldığım satırlar...***
Bakmak, dikkatle, uzun uzun bakmak varlığı yeniden kurmaktır.