Dün kaldığım yerden devam edeyim...
Ama önce şu nokta hakkında not düşmem gerekiyor: Eleştiriden ve özeleştiriden huylanmak gibi bir huyumuz var. Hep bir bit yeniği arıyoruz.
Tamam! Gündelik hayatta "dost acı söyler" lafının arkasına tonla düşmanlık saklanabildiğini bilmeyenimiz var mıdır? Yoktur.
Siyasette ise dışarıdan eleştiriyle bozguncu hesapların birbirine karıştığı çok olur. Biliriz.
İyi de nereye kadar eleştiriye kulak tıkayabiliriz?
Nihayetinde, hesapçılığa kulak tıkıyorum derken bir bakmışız sağırlaşmışız.
Hadi diyelim ki, onu da anladık ama özeleştiriden kaçmak ne be kardeşim?
Kendi niyetimizden de şüpheye düşecek değiliz ya!
Ha bazıları özeleştiri yapıyorum diye "öz"süz laflar ediyor, lafı yuvarlatıp duruyor, o ayrı!
***
Şimdi gelelim,
modern siyasetin ve hatta toplum bilimlerinin büyük palavrasına...
Yani seçmen davranışlarında mutlak biçimde
rasyonel (akılcı)
saikler arama yanılgısına...
Çok yaygın bir kanaat.
Oysa yok öyle bir şey!
Tabii ki, bu dediğim şey "
akılsızlık" anlamına gelmiyor.
Seçmenin iliklerine kadar
duygularından, inançlarından, hayallerinden ve arzularından ibaret olmasını
kastediyorum.
Müreffeh ülkeler veya ötekiler fark etmez...
Hiçbirinde seçmen muhasebeci değildir; matematikçi hiç değildir.
Tercihlerinde
kendine, ülkesine ve geleceğe dair tasavvurları büyük
rol oynar. Yani ideolojiktir.
Seçim geçer ve ancak ondan sonra herkes olağan "
akıl yürütme"lerine geri döner.
***
Sonuç?..
Anlayacağınız, güzel ifadeydi ama "
Biz yaptık, yine yaparız" diye dev yatırımları ard arda sıralamak seçim dışı dönemlerde etkilidir.
Seçim döneminde duygularımıza seslenmek gerekir.
Hele genç kitleler için tamamıyla böyledir.
Orada akılcı "
ikna" metodu çalışmaz, duygular ve umutlar içlerinin doldurulmasını bekler.
Bilmem anlatabildim mi?
Şimdi toplumun duyguları üzerinde tekrar çalışmanın...
Gönüllere köprü kurmanın...
Sessiz çoğunluğun siyasette tecessüm etmesini (cisimleşmesini) sağlayan
derin coşkuyla irtibatı yeniden tesis etmenin zamanıdır.