İnsan sormaz mı hiç? Geleneğin derinliklerine ve tek tek hepimizin kalbine dair en ufak bir iz taşımayan bir takvim için hop oturup hop kalkmak niye? İş güç düzenimizi ona feda ettiğimiz yetmiyor mu? Biliyorum, başlangıçlara ihtiyacımız var. Ama niye bu gece yarısında başlayalım?
Mesele silkinip toparlanmaksa, neden "kişisel yeni yıl"larımızın peşinde koşmuyoruz?
***
Hem söyleyin bana...
Mecburiyetlerimizin boyu irademizi aşmışsa, düzene bağlılığımız hürriyetimizi ezip geçmişse...
Tembelliğimizi kader sayıyorsak... Ve "
Yol"u kaybedip yerimizde saymaya başlamışsak...
Nasıl baştan başlayabiliriz?
***
Yeni yıl... Gelip geçmek bilmeyen hatıraların ağırlığı ve gelecek endişesi arasında salınmak. Anlayacağınız, en fazla bir hafta süren baş dönmesi.
***
Yeni mutluluk... Herkes mutlu sanıyor diye mutlu olmak.
***
Yeni hayat... Etrafa "yeni gelişmeler"e dair çoğu yapmacık veya yalan şeyler anlatıp yutturduğunu sanmak.
***
Ne garip! Sayısız insan yarından başlayarak sanki gökten zembille inecekmiş veya piyangodan çıkacakmış gibi hayatın değişmesini isteyip bekleyecek... Oysa bilmen gerek; sen kendini değiştirmeyeceksen, bunun için çalışıp çabalamayacaksan hayatın hiçbir zaman değişmeyecek.
Geçmişi terk etme cesareti gösteremiyorsan, asla geçip gitmeyecek.
***
En küçük iyilikler ve en sıradan güzellikler için bile tembeliz. "
Dilin büyüsü"nden (uğursuzluk kuruntularından) bir türlü kurtulamıyoruz.
Ayağa kalkıp yola çıkmamız gerek ama mızmızlığın konforunda yan gelip yatıyoruz. Olmuyor. Takvim
yenileniyor, biz hep aynı "
yer"de kalıyoruz.
***
İyiliği düşünmeden iyi bir hayat düşlemek...
Düş değil aslında,
düşüş!