AFYON GARI. Trenle gittiğim olmadı hiç. Bilsem, otogarını, mola yerlerini, kaymak ve sucuk alışverişlerini bilirim. Ama hayır!
Afyonun en iyi bildiğim yeri tren garı.
Çünkü bir defa Cemal Süreya'nın o dizelerini bilmişim, unutamam: "Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani/Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı."
CESARET. Yenilmeyi göze almaktır, yenilmeye razı olmak değil. Korkuyu bilmektir.
Korkuya teslim olmak değil. Yoksa ne olurdu? Sınav korkusunu yenmek için daha ilk dakikada boş kağıt verip dışarı çıkanlara yiğit derdik.
HİKAYELER. Telaş içinde. Hatta üzgün. Çünkü cep telefonuna indirdiği instagram uygulamasında bir arıza oluşmuş. Oraya koyduğu kendi "hikayesi"ni göremiyormuş. Yüzüne baktım. Hayatını "kaybetmiş" gibiydi...
Olay şu. Instagram'da "hikayeler" diye bir bölüm var hani. Bir fotoğraf, kısa bir video, bir şarkı koyuyorsunuz da takipçileriniz sizin o anınızdan, ne yaptığınızdan, ruh halinizden falan haberdar oluyor.
Bir süre sonra da görüntüler yok olup gidiyor.
MEŞGUL. Gerçekten "bir şey" olana kadar böyle yuvarlanıp gidecek.
Uzaktan bakarsanız, başını kaldıramayacak kadar çok çalıştığını görüyorsunuz.
İyice yaklaşırsanız, gördüğünüz sizi şaşırtacak: Çünkü gerçekte bütün yaptığı beklemek! Şiddetli bir travmayı ya da hoş sürprizin kendisini o çarktan çekip çıkarmasını bekliyor.
PENELOPE CRUZ. Dudaklarının bittiği yere kondurulmuş muzip gamzeleriyle zamanından çok önce çukurlarına çekilmiş sır saklayan gözleri birbiriyle çatışmıyor olsaydı, onu sever miydik?
SOĞUK ALGINLIĞI. Var mı böyle bir şey gerçekten? Hep söylerim, basbayağı alınganlık bu; soğuktan alınganlık.
Hasta bir köşeye kıvırılıp yatar ve sürekli burnunu çeker. Çok ağlamış da az önce durulmuş gibi... Neden alınganlık peki? Bahar hep gecikir, ondan mı?
TAZE EKMEK. Şimdilerde ekmek konusu derinleşti. Buğdayı, unu, mayası, tadı, şusu busu... Fakat kokusu unutuluyor sanki. "En iyisi bu" denilenlerin en tazesinin bile kokusunu duyman için bir dilim kesip burnunu dayaman gerekiyor.
Olmuyor. İnsan o kokuyu istiyor.
Bir de sıcaklık tabii. Philippe Claudel bisikletle fırına gidip ekmeği karnına bastırarak eve dönüşünü ne güzel anlatır:
"Mutluluk içinde sütlü kahve, tereyağı ve çilek reçeline doğru pedal basıyorum; sanki giysilerimin içine bir parça güneş sokuşturmuşum, nefis bir yanma hissi."