Nasıl ballandırarak anlatırız çocukluk hatıralarımızı!
Bayramdı ya...
Kim bilir geçmişin sandığından neler çıkartıp eşe dosta anlatmışızdır...
Fakat bir dakika!
Çocukken bayramlar güzeldi ama çocukluğumuz öyle hep "bayram hali" falan değildi.
Çocuk nedir ki zaten!
Büyüklerin dünyasında küçücük, güçlülerin dünyasında çok güçsüz olduğunu çarçabuk kavrarsın. Sonra tek sığınağına; o güzel masumiyetine saklanırsın.
O yüzden biz yetişkinlerin "mutlu çocukluk anıları"na biraz mesafeyle yaklaşmak gerekir.
Geçmişte de çok sözünü ettim; bu bir tür yetişkin icadıdır.
Sayısız araştırma var bu konuda.
Genç yetişkinler çocukluklarına dair olumsuz hatıralarını yaşları ilerledikçe eğip büküyor, hatta değiştirip olumlu bir hikâyeye dönüştürüyorlar.
Yetişkin hayatımızın yüklerine, sıkıntılarına, çaresizliklerine katlanmanın yollarından biri de bu. Bir çocukluk cenneti yaratmak!
Oysa kimseyi inandıramıyorduk ama çocukken de az dertli değildik!
***
Hatıralar dedim de...
Onları da kesin bir gerçeklik olarak değil fakat
tıpkı hayallerimiz gibi görmeli, o halleriyle hayatımızın bir parçası saymalıyız.
Yeni araştırmalar "
sahte hatıralar"ın sandığımızdan daha çok yer tuttuğunu gösteriyor.
O da ne mi?
Gerçekten olmuş gibi hissediyoruz ama gerçek bir tecrübeye dayanmıyorlar.
Günümüzün gözde davranış bilimcilerinden
Elizabeth Loftus bu alanda çalışıyor ve meslektaşlarını sürekli uyarıyor:
"Kişinin yaşadığından çok emin biçimde anlattığı hatıralardan,
hele bir video kamera kaydı gibi aktarılanlardan özellikle
şüphe duymakta fayda var. Asla yalan değiller; kesinlik duyguları çok yüksek fakat zihnin kendi kuytularından toplanıp kurgulanmış hikâyeler..."
Ah insan, ah!
Hikâyesiz yapamıyor; eksikliğini hissettiğinde kendi yazıyor.
***
Dönelim yine çocukluğumuza...
"
Mutlu çocukluk" denilen şey yaşarken değil, hatırlarken ortaya çıkar diye anlatıyorum ya...
Bir de şu "
çocuklar anlamaz" meselesi var, malum.
Anlarlar.
Hem de nasıl anlarlar.
Belki bizim kavramlarımız ve bilgimizle değil ama kendilerine özgü biçimde
bizim dünyamızın bütün alavere dalaverelerini kavrarlar ve karamsarlığa kapılırlar.
Onca kötücüllüğün, onca nefret ve
kavga gürültünün yükünü hissetmezler sanıyoruz ama
hissederler de derinden etkilenirler.
Tamam! Biz hüzünlü çocuklardık, çekingendik.
Şimdiki kuşaklar
hüzünlü değil, huysuz; çekingen değil, arsız belki ama
bunlar da onların biz yetişkinlerin dünyasına
bir reaksiyonu belki de...
Bitmez tükenmez endişeler ve ipini koparmış arzular çağında çocukların nasıl olmasını beklerdik ki!