Dün söylemiştim ya... Sessizlik, dinlemekle mümkün.
Yoksa ne fark eder!
Zihninde durmaksızın düşüncelerin ve iç konuşmaların itişip kakıştığı birini alıp ıssız kırların ortasına bıraksanız, hiçbir işe yaramaz.
Kulak vermeye hiç alışık olmadığı rüzgârın sesinden bile ürkecek, bastığı çalıların çıkardığı çıtırtıdan rahatsız olacaktır.
Tabii bunu itiraf etmez! "Vallahi bu sessizliğe ihtiyacım vardı" falan der ama klişelerin mumu çabuk söner.
O kişi de büyük ihtimalle çarçabuk uzaklaşmak isteyecek ve yaşadığı tecrübeyi başkalarına anlatıp sosyal medyaya iki de fotoğraf koyduktan sonra unutuverecektir.
Oysa şehrin tam ortasında kapalı bir salonda bir piyanist veya bir neyzen hem zihninizi hem de kalbinizi sessizliğin ta içine kadar çekebilir.
Budur, sessizlik. Ötesi imajdır.
Susmak, elbette çilelidir.
Bu modern hayatın en sevmediği şey. Çünkü günümüz insanı acıya bile zorla katlanıyor, kabullenmekte zorluk çekiyor, hemen "uyuşturucu"lara sığınıyor.
Ama çileyi seçmek!
İşte o olmayacak şey.
Yine de durmadan şikâyet ediyoruz ya, bir parça sessizlik diye...
O halde...
Önce susmaya ve böylece hem içimizi hem de dışımızı dinlemeye baştan başlamak zorundayız.
Fakat susmak için zaman zaman "uzaklaşmak" gerekir; bir tenhaya (halvet) doğru uzaklaşmak.
Var mı buna hevesimiz?
***
Hayırlı bayramlar
Susmak, dinlemek dedim de... Şimdi bayram. Birbirimize gideceğiz. İnşallah durmadan karşısındakini sorgulayan, yalnızca konuşup dinlemeyen, sevgisi sevinç üretmeyen tiplerden birine dönüşmeyiz.
Ah, öyle zor, öyle zor ki!
Ramazan Bayramınız mübarek olsun.