Geçen mayıs ayındaydı.
Zihnimin uğultusundan, sosyal medyanın patırtısından ve şehrin gürültüsünden uzaklaşmak için yanıp tutuşuyordum.
Kalktım, gittim.
Zeytinlikler ve badem ağaçlarına bakan ve bilinen deyimle "çıt çıkmayan" bir odaya üç günlüğüne yerleştim.
Ama ilk gece zihnim homurdandı durdu, uyuyamadım. Neredeyse benimle dövüşüyordu. Kitap okumaya döndüğümde uğultu artıyor, tabletten film izlemeye kalktığımda içimdeki ses "iyi de bunun için buralara kadar gelmeye ne gerek vardı?" diye sorguluyordu.
Aklıma yıllar önce "mindfulness" teknikleri öğrenmeye yurtdışına giden ve "zihni sessizleştirme" denen şeyin geleneksel Doğu'dan apartılmış fakat fena halde Batı işi uydurmalar olduğunu anlayıp hayal kırıklığı yaşayan arkadaşım geldi.
İçimize veya dışımıza böyle düşman gibi davranıp "dinlemek"ten kaçmak insanı aldatmaktan ve bir tür "sarhoşluk"tan başka nereye kapı açabilirdi?
***
Sonra ne oldu?
Sabah erkenden balkon kapısını açtım.
Önce ezan sesi, sonra kuşlar...
Ah o kuş cıvıltıları!
Ve kuşların bıraktığı yerden devreye horozların girişi...
Hafif sabah rüzgârıyla
ağaçların hışırtısı...
Dinledim, dinledim, dinledim.
Ve belki bininci kez idrak ettim ki, o güzel sessizlik ancak dinlemekle mümkün.
Susmak yetmiyor yani, dinlemek gerekiyor.
Zihnindeki ve dünyadaki güzel seslere "
kendini bırakmak" gerekiyor. İhtiyacımız bu!
Aslında hepimiz
kuş sesini o yüzden severiz de, bir türlü bilmeyiz ki sevdiğimiz şey işte tam o anda sessizliğin ta kendisidir.
***
Sessizlik konusunda yazmaya karar verdiğimde ilk aklıma gelen bu itişme kakışma ve yanlış anlama halimize dönüp bakmak oldu.
Hani bazılarımız nevrotik bir isyanla "
ses istemiyorum" diye bağırır falan...
Oysa istemediği nedir? Ya ruhunu tırmalayan kelimelerdir ya da kulaklarını tırmalayan gürültüler.
Modern insanın ciddi bir gürültü sorunu var, hiç kuşkusuz.
Aklıma
George Prochnik'in pek tanınmış "
In Pursuit Of Silence" adlı kitabı geliyor.
Eh, insan New York'ta yaşar ve evinde azıcık sessiz bir köşe aradığında bile
tepede dönen polis helikopterlerinin ve yarım dakikada bir şehrin caddelerini yırtarak geçen ambulans sirenlerinin sesiyle baş edemezse, oturup böyle bir kitap yazar!
Nitekim aklımda yanlış kalmadıysa,
Prochnik kitabının önsözünde de bundan bahseder.
Şimdi bir başlangıç olarak tekrar vurgulayayım...
Gürültüden kaçıp kurtulmak için dahi sese ihtiyacımız var.
Dervişlerin
endişeden sekinete ancak güçlü bir ritimle (zikir ve nefes) geçilebileceğini vurgulamaları boşuna mı sandınız?
Yarın kaldığım yerden devam edeceğim.