Tatilciler ve yazlıkçılar gelmeden önce Ege'nin sahil kasabalarının melankolik, içli bir güzelliği oluyor.
Tabii ara yollara, duvarlara, nemden çürümeye yüz tutmuş pencere pervazlarına kadar işleyen gerginliği hissetmemek şartıyla.
Bekleyişin gerginliği...
Nasıl gergin olunmaz!
O büyük patırtının ortalığa çökmesine birkaç hafta kaldı.
Kasabanın çarşısındaki kendi halindeki peynircinin saltanatı rafa kalkacak; birbiriyle yarışan Migros'ların, Carrefour'ların, Kipa'ların rafları arasında koşuşturma başlayacak. Süpermarket otoparklarında kavga gürültü olacak.
Sıhhi tesisat ustaları nereye yetişeceklerini şaşıracaklar.
Çay bahçelerindeki okeyciler çocuk gürültüsünden, kasaba yerlileri zamlanan gözlemelerin malzemesinin azalıp yağının artmasından; emekli yazlıkçılar artık hiçbir şeye para yetiştirememekten şikâyet edecek.
Sonra "yine de buradayız, şu masmavi deniz var ya o yeter" diyerek avutacaklar kendilerini ama her yıl daha çok üşenecekler denizle haşır neşir olmaya. Oyunun kuralı bu sanki!
Ve tabii bilemiyorum, yazlıkçılar ve tatilcilerin ne kadarı o sulara girerken "bir mülteci mezarlığı"nda kulaç attığını düşünecek!
***
Anlamışsınızdır...
Birkaç günlüğüne
Kuzey Ege yapıp döndüm.
Hatırlıyorum da, bir zamanlar martta başlar mayıs sonuna kadar
Ege'de dolaşmadık yer bırakmazdım. Üç yıl önce o rutinimi terk etmiştim. Yeniden başlar mıyım? Şimdilik bilemiyorum.
Oradayken iyiydim. Zeytin, fıstık,
badem, çam ağaçları; toprak kokusu, vd.
İnsan nasıl iyi olmaz.
Sabah ezanıyla, açtığım balkon kapısından içeri dalan mis gibi oksijen, canım sıkılınca dağdan aşağı inip kasabanın çay bahçesinde kendimi çaya vurmalar; pişi ikramları; soğanlı, dereotlu, naneli salatalar. Daha ne istenir!
Fakat dönünce içimde o eski kıpırtılar, hani hemen geri dönme arzusu falan oluştu mu diye sorarsanız. Hayır!
***
Anlatmak istediğim şey de başka zaten.
Bazı dostlarım dönüşte
sanki çok farklı, başka bir dünyaya gitmişim gibi davrandılar, hep o türden sözler
açmamı beklediler.
Yok, insan şehirden kaçınca "
farklı" bir yere gitmiyor artık, gidemiyor.
Hatta dikkat ederse
dünyanın tam göbeğine gittiğini anlıyor.
Yoksullaşmış emekliler için "
her şey plastikten" mağazaları, hali vakti
yerinde olanlar için odaya jakuzili butik
oteller.
Ve herkesi türlü çeşitli hayallerle avutmak üzere yaklaşan yaz.
Yani
şu berbat dünyanın kuzeyiyle güneyi birkaç kilometre karelik bir alana sıkıştırılmış halde bizi bekliyor.
Yazlık
kasaba denen şey bu artık!