Pazar notları:
Bir büyük yalan için bir dolu "doğru"nun gereksiz itirafı... Bir büyük aldatış için sayısız sadakat gösterisi... Bu çağda günler de, arkadaşlıklar, yoldaşlıklar da böyle gelip geçiyor.
***
Aramızdaki ilişkiler de alışveriş kültürüne uyarlandı. Karşındakinin her fikrine katılmıyor, sürekli dedikodu köpürtecek malzeme alıp vermiyorsan "
zayıf tüketiciler" gibi, işe yaramaz sayılıyorsun.
***
Dünya çalkalanıyor.
Bize iktisat diye anlatılan şeylerle (
bilim,
finans operasyonları, üretim ilişkileri, borsalar,
şirketler, tüketim ekonomisi, vd.)
gündelik hayatımızın iktisadı arasındaki
derin uçurumu kitleler fark etmeye
başladı. Çalkantının asıl kökü burada.
***
Modern iktisat paradigması
sürekli zenginleşmek üzerine kuruludur. Yani
bir illüzyondan hem dünya hem de bilim
yarattık. Bir felaket! Bu bağlamda hala
20. Yüzyıldayız. Peki hep böyle mi gidecek? Haz teknolojileri (dijital haberleşmenin yaygınlaşması ve cinsel/ruhsal arzu yatırımlarının çeşitlendirilmesi) ile
uyutulmaya devam edecek miyiz? Şimdi
aciziz. Yani neye muhtaç olduğumuzu bile şu "yalan dünya" söylüyor!
Fakr ise farklıdır. Yani "fakir olma"nın tam zamanıdır artık. Çünkü o "ihtiyaç sahibi"dir. Böylece madden ve manen hakiki ihtiyacına yönelir.
***
Üzgünüm ama... Manevi hayat kültür merkezlerinde kurslar, paneller, sohbetlerle yükselmez. Öyle olur
sanıyoruz. Olmaz. Çünkü sonra gündelik
hayat iktisadına geri dönüyorsun. Aynı
sıkıntılara, aynı arzular ve dertler sarmalına. Aynı faturalara, bedellere, ödemelere.
Hakiki bir manevi hayat gündelik hayatın içinde, onun iktisadıyla boğuşup hesaplaşıp yenerek.
***
Ege'de bir köy... Öğleye az kala kahveye oturuyorum. Köyün camisinin imamı da kahvede İstanbul'dan misafirlerini ağırlıyor. Derken kahveci geliyor. Misafirler arasından başörtülü bir hanım "
hocamız, maşallah, bir tanedir" deyince, kahveci şöyle karşılık veriyor: "
Olmaz mı! Cumhuriyet imamı o, cumhuriyet imamı!" İmam biraz mahcup, kahvecinin sırtına vurup "Allah, iyiliğini versin!" diyor.
Ege böyle işte! Bu tatlı inadı, bitmez tükenmez direniş klişeleriyle sevmek gerekiyor onu.
***
Yaşlı kadın ağır ağır minibüsten iniyor. Pazara gelmiş. Belli ki çevrenin yerlisi. Minibüs tam turşucu tezgahının önüne park etmiş. Kadın ayağını yere koyduğu anda çığlık atar gibi sesleniyor: Kaç para bunlar? Turşucu bir fırça geleceğini sezip ses etmiyor. Kadın arkasını dönerken bağırıyor: "Sirke bunlar, turşu değil, sirke!" Turşucu bana dönüp gülerek "
haklı ama ya ne olacaktı!" diyor.