Bazı insanlar vardır. İçlerindeki gündelik hayat gaddarlığı yüzlerine yansır. Saklayamazlar.
Mimiklerinden bencillik akar.
Jestleri Berlin Duvarı gibidir. Kendi gibi olanlarla ötekiler arasına geçilmez bir engel koyar.
Eh, ne hali varsa görsün, deyip geçme imkânınız varsa, talihlisiniz demektir. İlle de konuşmak zorunda kaldıysanız, havadan sudan konularla idare edersiniz.
Fakat ya konu ciddi sosyal meselelere dönerse... Suratını tiksinir gibi ekşiterek başkalarından şikâyet etmeye başlar, memleketin halini yerden yere vurursa...
Hele bir de o berbat cümleyi kurarak "biz ne ara böyle insanlar olduk?" diye sorarsa...
Yandınız demektir. Mide bulantınızı durdurmak zorlaşır.
***
Moda deyimler sıkıntılarımızı, kaçışlarımızı, yalanlarımızı, bastırdığımız gerçekleri fena halde dışa vururlar.
Şu sıralarda sosyal ve geleneksel medyada pek tutulan "
ne ara böyle olduk?" sorusu da böyle bir deyim.
Neresinden baksanız...
Uyduruk bir "
masumiyet" şaşkınlığı.
Pisliğe hiç bulaşmadan derhal sıvışma çabası.
"
Ben çok iyiyim, herkes nasıl da kötü" havası.
Üstelik epey "
beyaz" ve yukarıdan bir bakış. (O yüzden esmerlerin bu kalıbı taklit etmelerine tahammül edemiyorum, açık söyleyeyim.)
***
Son güncel versiyon şöyle: "
Biz ne ara ölümleri bile ayırır olduk?"
Arası marası yok işte!
O "
ara" dediğin çoğu zaman upuzun bir tarih ve sosyoloji dersi...
Sen "
yaşam"ları ayırdın ve geniş kalabalıkların yaşadıklarına hiç bakmadıysan, gün gelir ölümler de ayrılıverir.
Zengin, güçlü ve seçkin olmak için
vicdansız olmaya mahkûm bir kesime kapılanmışsan, sonra başkalarının vicdansızlığından şikâyet etmeye hakkın var mı?
Geleneksel edebi toplumdan söküp atmak için kültürüyle, medyasıyla seferber olduysan, şimdi ölümde, acıda, sıkıntıda
edep nereye gitti, diye sızlanmak yalan değil mi?
İşin doğrusu...
"
Ne ara?" deyip durma, ara! Cevabı bizzat kendinde bulacaksın.