Dışarı adımımı attığım anda kış güneşi "bak, değerimi bil; belki bugün var yarın yokum!" diye fısıldıyor sanki.
Yürüyorum.
Tatlı bir soğuk yüzüme çarpıyor. Meydan okumaya değer. Atkımı azıcık gevşetiyorum.
İşte o güzeller güzeli sahne karşıma çıkıveriyor. Birkaç yıldır aşinayım.
Bunu size anlatmalıyım.
***
İhtiyar adam elinde naylon torbalarla çayırda uzanan kimsesiz köpeklere yaklaşıyor.
Köpekler sakin. Geceden beri bu anın geleceğinden emin biçimde karın henüz erimediği çayırda beklemiş gibiler.
Adam torbalardan çıkardığı kemik parçalarını itinayla dağıtıyor.
Davranışlarında "
modern hayvansever"lere özgü hiçbir şey yok. Şefkat gösterisinden özellikle kaçınıyor.
Yaradılışa saygıyla
bir ödev gibi sükûnet içinde yapıyor yiyecek dağıtma işini.
Sonra trafik ışıklarının olduğu yere doğru yöneliyor.
Ve
yine aynı şey oluyor: Yiyeceklerine hiç dokunmadan bekleyen iki köpek adamın iki yanında yer alıyor.
Yayalara yeşil yanıyor.
Dostlarını benim durup onları seyrettiğim karşı kaldırıma bırakan köpekler soylu adımlarla geri dönüyor.
Bu nasıl ürpertici bir güzellik Yarabbim!
***
İhtiyar adamla selamlaşıyoruz.
Biliyorum, pek konuşkan değil. Geçen yıl sormama fırsat vermeden "
onları iki gün idare eder" deyip yürüyüp gitmişti.
Dalgaların ağır ağır kumsala vurarak güne uyanışını andıran duygularla yoluma devam ediyorum.
Kış güneşi, diyorum içimden,
ruha ilaç! Ağaçlara bakıyorum.
Birkaç iğne yapraklı dışında hepsi
kuru dallardan ibaret.
Eskiden ağaçlara bakmak için baharı beklerdim.
Bu hallerinin ne kadar güzel olduğunu şu yaşımda öğrendim, iyi mi!
Kimden mi? Onların göğe doğru kuru dallarıyla uzanışlarına huşu içinde bakıp fotoğraflayan
gencecik bir arkadaşımdan...
"Nasıl olur da onların bu
göz kamaştıran çıplaklıklarına bakmazsın!" diye sormuştu.
Artık bakıyorum.
"
Cansız" değil, bütün canlılıklarıyla "
bekleyiş" içinde olduklarını derinden hissediyorum. Varoluş, bekleyişten ibaret!
***
Daha sözü edilecek ne çok şey var.
Malum, Boğaz kıyısındayken
suya değil, hep karşı kıyılara odaklanırız.
Hele biz erkekler! En romantiğimizin bile gözüne binalar takılıyor. Karşı kıyıdaki gökdelenler falan.
Oysa
Boğaz'ın suyu renk değişimleriyle başlı başına hülyalar havuzu.
Kuleli'nin orada duruyorum.
Su daha dün taşlanmış cam gibi yeşildi. Şimdi mavisi güneşin ışıklarıyla süt beyaza dönüşüyor.
Birazdan bunları yazacağım diye geçiriyorum içimden.
Büyük meseleler, itişmeler, laf yetiştirmeler, iddialı yazılar bir günlüğüne olsun, dursun.