Hızlı hızlı istiyor.
Yavaş yavaş elde ediyoruz ve bunu bir türlü kabul edemiyoruz.
Hayallerimiz aşırı süratten bariyerlere çarptığında kendimize gelmemiz çok zaman alıyor.
Geriye doğru çocuklaşmak hızlı, ileriye doğru olgunlaşmak hep ağır seyrediyor.
Birbirimize hızla gaz veriyoruz da, aklımızı başımıza toplamamız pek ağır.
Hızla unutup ağır ağır hatırlıyoruz.
***
Ne şimdi bunlar?
Gündelik hayatımızın ritminden ve problemlerinden mi söz ediyorum. Evet! Fakat onu zaten biliyoruz. Üzerine az konuşmadık.
Fakat aynı zamanda
siyaset karşısındaki genel tutumumuzdan; ülkede ve dünyada olup bitenlere bakışımızdan söz ediyorum.
Siyasi hedef, arzu yatırımları ve hayaller alanında bir eğilim bu fakat fena halde etkili olmaya başladı.
Nasıl mı, anlatayım...
Bugün
paralel yapı, yarın onu kullanan uluslararası odaklar, öteki gün
Esad; belki hafta sonu
Rusya ve İran kesinkes yenilip kuytuya çekilsin istiyoruz...
Neo-con'ların tuzakları bir çırpıda çözülürmüş,
Türkiye bir sonraki haftaya dünyanın bir numaralı oyun kurucularından biri olarak girebilirmiş gibi ortalığı ayağa kaldırıyoruz.
Hele insanlar...
Büyük kalabalıkların hemen yarına gönülleri ferah, ferasetleri tavan yapmış halde uyanacaklarını sanıp heyecanlanıyoruz.
Oysa yok öyle bir dünya!
Dünya,
sabırsız sürücülerin araçlarının ilk çarpışmada hurdaya dönüştüğü bir otoyol.
***
Bir de şu
sosyal medya var tabii.
Hızlı hayal, hızlı tartışma, hızlı isyan, hızlı nisyan alanı...
Oysa siyaset ve ekonominin çarklarının
twitter ve facebook âleminin tatminsiz hayal kurma hızıyla en ufak bir ilintisi yok.
Peki neye ihtiyacımız var bizim?
Teyakkuz içinde bir sabıra...
Biz sabırla beklerken kötülüğün tezgâhı tıkır tıkır işliyor diye öfkelendiğimizin farkındayım.
Yine de dünyanın "
bela yumağı"na dönüştüğü şu dönemde güç toplamak, zihnimizi ve kalbimizi pek tutmak için sık sık durup soluklanmalıyız.
Ve hiç şüphesiz...
Zorluklar karşısında sabretmeyi ve umutla beklemesini yeni baştan öğrenmemiz gerekiyor.