Genç kuşaklar "tarifeli uçakla giden cumhurbaşkanı, makamına bisikletle gelen başbakan" hikâyelerini yeni sanabilir.
Oysa benim gençliğimde bile vardı bu söylem.
Tuvalete bile Chevrolet Impala'sıyla giden Modalı bir beyefendiyi hatırlarım.
Dilini damağında şaklatarak anlatmaya başlardı: "Efendim oralarda devlet adamları sokaklarda yürürler, parkta oturup gazete okurlar."
Tabii ki hikâye yazıyordu!
Zaten bu manzarayı sevmek gibi bir derdi yoktu. Sevse, kendi de bezik oynamaya Büyük Kulüp'e değil, mahalle kahvesinde pişpiriğe giderdi, değil mi ya!
Tek bir maksadı vardı: Memleketini ve memleketinin siyasetçisini horlamak.
Tabii, diyebilirsiniz ki, bu beyefendi o parkta oturan devlet adamı için bütün parkın sivil ajanlar tarafından "enterne" edildiğinden haberdar değilse, basbayağı şapşaldır.
Hayır! Gayet uyanık biriydi ama kendisini dinleyen ezberci "orta sınıf aydınları"nı böyle kafalardı. Ardından hep birlikte bir yakınma ve hasret ayini başlardı: Ah, ne güzel, ne barış dolu, ne medeni yerlerdi oralar...
Sonrası trajik biçimde geldi...
İsveç Başbakanı Olof Palme 28 Şubat 1986 gecesi eşi ve oğluyla birlikte gittiği sinemadan yürüyerek dönerken faili meçhul bir cinayete kurban gitti.
Bu hikâyelere de bir süreliğine ara verildi!