Bir çocuk...
Gıcır iskarpinlerini başıyla aynı hizada yastığına yerleştirmiş.
Çoktan tatlı bir uykuya dalıp gitmiş.
Birkaç saat sonra bayram sabahına uyanıp o iskarpinleri sür git giyme hakkı kazanacak. (İskarpin de nereden çıktı, diyeceksiniz. Rahmetli dedemi hatırladım, oradan. Kelimenin geçmiş zamanda Venedik'le ticaret dönemlerinden dilimize geçmiş olmasına falan aldırmayın. İşitildiğinde tıpkı ayakkabının şık cilası ve hafif derisi gibi bir duygu yaratmasına bakın!)
***
Dün cep telefonumun mesaj kutusuna böyle bir fotoğraf düştü.
Altında şöyle yazıyordu: "
Eskiden böyle beklenmez miydi bayramlar, bayramın tatil köyüne gitmek olmadığı zamanlar hani..."
Kendi çocukluğumu düşündüm.
Bir nevi "tarih öncesi" diyeceğim zamanları yani... Kim bilir, kaç bayrama yastığımda yeni ayakkabılarımla uyanmıştım.
Fakat o dönemler kapanalı çok oldu.
Hayır! Bayram gelince tatile gidildiğinden falan değil.
Artık darlık içinde olduğumuzda bile
çocuklarımızın ihtiyaçlarını bekletmeden gidermeye çalıştığımızdan...
Bu madalyonun iyi yüzü tabii.
Bir de tatsız yüzü var.
Bugün orta ve üst sınıf çocukları yeni bir ayakkabıya kavuştuklarında mutlu olmayı unuttular; o yüzden de hemen bir başka ayakkabının hayalini kurmaya başlıyorlar.
***
Nostaljik klişeler belki iyiler hoşlar da, asıl meseleyi kavramaktan bizi uzaklaştırıyorlar.
Mesela "
Nerede o eski bayramlar!" diyerek sürekli çocukluk anılarımıza takılmak
aldatıcı bir şey.
Böyle yaptığımızda eski bayramları falan değil,
çocukluğumuzu geri çağırmaya kalkıştığımızı düşünüyorum.
Umarsız ve hüzünlü bir çaba bu.
Üstelik bayramları sürekli çocuklukla özdeşleştiren bu tavır hem bayramların "
mukaddes anlamı"na hem de
yetişkinliğe karşı
haksızlık.
Bayram gibi bayram mı istiyoruz?
O halde...
Şehirde mi, tatil köyünde mi, memlekette mi, nerede olursak olalım
adalet, merhamet, zarafet ve neşe içinde olalım.