Malum, çok "dolu" bir hayat yaşıyoruz!
O yüzden hiç vakit kaybetmeden üzüntümüzü bildiriyoruz, sevincimizi bildiriyoruz...
Kıvancımızı, kınayışımızı...
Sevdiğimizi, sevildiğimizi...
Bildiriyoruz.
Ve hiç durmaksızın fikrimizi, inancımızı, kanaatimizi bildiriyoruz.
Haber veriyoruz yani, ifade ediyoruz, ilan ediyoruz.
Fakat esas soru şu...
Bu kadar bildiriyoruz da, biliyor muyuz?
Neyi gerçekten sevip sevmediğimizi mesela...
Önyargılardan uzak ve oradan buradan toplanmış ezberlerin ötesinde bir fikrimiz var mı?
Üzüntümüzü
açıklıyoruz da, açıkça üzülüyor muyuz mesela?
Sevincimiz yüzümüzü güldürüyor mu, hakikaten seviniyor muyuz, yoksa hepi topu sosyal medyada bir mesaj, bir fotoğraf mı?
Bunları anlamak istiyorsak, şöyle bir durmamız, önce zihnimizi dolduran ıvır zıvırın baskısından kurtulmamız gerekiyor.
***
Sık gittiğim çay bahçesinde oturmuş çalışıyordum.
Birden öyle bir yağmur başladı ki, bardaktan boşanıyor, sel olup akıyor.
Tabletimi ve kitabımı kapatıp çantama koydum. Çay bardağını avcumda sımsıkı kavrayıp bir saçak altına çekildim.
Ayaklarım su içinde fakat neden bilmem, bana iyi geldi.
Beni yıllardır tanıyan orta yaşlı garson seslendi: "
Abi istersen içerde bir yer ayarlıyayım, orada okur, yazarsın."
İtiraz ettim: "
Yok" dedim; "
biraz boşluğa ihtiyacım var!"
"
Boşluk." Bu tuhaf kelime zihnimde çınlamaya başladı.
Ağzım, dilim karıştı, mırıldandım.
Sonra aklımca düzelttim: "
Biraz boş durayım!"
İşte o an kim bilir kaçıncı kez kafama dank etti ki...
Boşluk hiç "
boş" bir şey değil!
Derin bir ihtiyaç!
Asla hafife almamalı, küçümsememeli.
Boşluk, durmaktır.
Yer açmaktır.
İstersek eğer, azıcık boş kalmak,
güzeller güzeli bir arınma ve zihinsel hazırlıktır.
Çünkü
dolmak, doldurmak için önce bir boşluk lazım.
***
Gerçekten sevinebilmek veya üzülebilmek ancak zamanı bugünün hızından, geleceğin baskısından, rutinin mecburiyetlerinden
boşaltmakla mümkün oluyor.
Gerçekten bir fikre sahip olmak için kolay cevaplardan kaçıp iyi sorulara odaklanmak gerekiyor.
Koşturmak değil, durmak...
Sürekli aklın planları yerine ara sıra gönlün sesine kulak vermek...
Ona buna
laf yetiştirmek değil, derinlerinde bir yerde fikirler
filizlendirmeye başlamak gerekiyor.
Yunus niye kırk yıl Taptuk'a odun taşıdı sanıyoruz ki!