Hepimiz özel olarak, kasıtlı biçimde "cahil" yetiştirildik; üstüne krema olarak da, kendimizi "aydın" sanmamız öğretildi.
O yüzden belki de dünyanın en palavra aydınları 1960'lar sonrası Türkiye'sinin seküler, devletçi, modernist eğitim sisteminin ürünleridir.
Hele kendini solcu zannedenleri tam bir felakettir.
Köklerini bilmedikleri, gerilimlerini anlamadıkları Batı'ya meftundurlar ama moralleri hep bozuktur. Çünkü bir türlü Batılı olamadıklarının da farkındadırlar.
Peki neyin nesidirler?
Bu sorunun insanın içini yakan acısının üzerini örtmek için sürekli halkın sözlü geleneklerini, dinsel terbiyesini ve yerel kültürünü aşağılarlar.
Geçenlerde bu tayfadan bir televizyoncu okulların açılmasını fırsat bilerek ve İmam Hatipleri de hedef alarak sosyal medyaya kustu: "Cehaletin kutsandığı ülkede, bayağılığa tutsak insanlar yetiştiriliyor."
Kendi bayağılığını fark edemeyen bu küstahlığa kızmak yerine dayandığı temelleri anlamak gerek.
***
Batılı aydının
Latince, Grekçe gibi dillere verdiği öneme ağzı bir karış açık, hayranlıkla bakan bu tipler hiç dönüp sormazlar kendilerine...
Biz neden kültürümüzün kök dillerine uzağız?
Ben yıllardır bunun ıstırabını çekiyorum ama aynı eğitimi almış, aynı kültürel çevreden gelen akranlarımda bu sıkıntının zerresini göremiyorum.
Oysa tuhaf!
İnsan bir sormalı...
Neden Arapça öğrenmek için çaba göstermedik?
Neden Mevlana'ya bayılıyoruz da, Farsça'ya bu kadar uzak kalıyoruz?
Nasıl oluyor da,
ana dilimiz Türkçe'yi tanınmaz hale getirmekte birbirimizle yarışmış ve bunu da "
aydın olmanın gereği" saymışız?
Bu derin
kültürel mahrumiyetin hepimize "
entelektüellik" olarak yutturulması çok acıklı değil mi?
***
Söz konusu arkadaşın adı lazım değil.
Çünkü aynısından yüzbinlerce var.
Fakat kendisiyle yapılmış söyleşilerde dikkatimi çekti;
en çok Dostoyevski'yi severmiş!
Bizim Cumhuriyet aydınında böyle
komik bir ezber var.
Hem ezber, hem de kendi aralarında havalı bir etiket.
Düşünün, dine uzaklar, inanç çatışmalarını hafife alıyorlar, suç ile günah arasındaki farkı bilmek bile istemiyorlar ama Dostoyevski'nin "
Ecinniler"ini, "
Karamazov Kardeşler"ini, hatta "
Öteki"sini anlayıp sevdiklerine inanmamızı bekliyorlar. Oysa bu imkânsız!
Uzun lafın kısası, bizim en cahillerimiz şu malum aydınlarımız!
Kolonyal çiftliğin kâhyası ne kadar yerli ve aydın ise, onlar da o kadar yerli ve aydınlar!
Çok şeyi baştan öğrenmeleri gerekiyor.
Yalnız
Doğu'yu değil, yarım yamalak bildikleri
Batı'yı da baştan öğrenmek...
Her gün en az yüz sayfa okuyormuşsunuz. Yetmez!
Memleketi de okumalısınız!
Öyle aralara
Baudrillard falan sıkıştırarak,
bir iki sufi aforizmayla gönül çalarak bu dar çemberden kurtulamazsınız!