Hani diyorum ki...
Eski cumartesilerdeki gibi...
Şu siyaset ve gündem patırtısını bir yana bırakıp insanlık hallerimize, sevinçlerimize, hayallerimize, hayal kırıklıklarımıza birkaç satır olsun değinmenin zamanı gelmiş midir?
Hah işte! Hayal kırıklığı dediğimiz şey mesela, ondan konuşabilir miyiz?
Malum hayallerimizden konuşurken coşarız ama hayal kırıklıklarımızı dile getirmekten kaçınırız.
***
Tabii şimdi "
hayal kırıklığı" lafı bile bende
pek güncel ve kişisel çağrışımlar uyandırıyor.
Geçen gün biri bana şöyle bir mesaj gönderdi: "Yıllar boyu yazılarını severek okuduğum
Haşmet'in bugünkü dönüşümüne inanamıyorum.
Tam bir hayal kırıklığı!"
Böyle diyenler, aslında dönüp dönüp kendi zihinlerini okuyanlardır. Günü geldiğinde kırılıp dökülmeye zorlanan da kendi basmakalıp yargılarıdır.
Yoksa
Yeni Yüzyıl ve
Vatan'daki kimi yazılarımı okumuş olsalardı, ortada
dönüşüm falan olmadığını bilirlerdi.
Dönüşüm meselesine gelince...
Nerde? Keşke!
Şu
içine hapsolduğumuz koşturmaca kimsenin gerçekten dönüşmesine pek izin vermiyor.
Keşke
hamam böceği gibi yaşayıp gittiğimizden fena halde kuşkulandığım şu dünyada bir sabah...
Hiç değilse...
Kafka olarak uyanabilseydik!
***
Hayal kırıklığı demiştik, değil mi?
Modern dünya yaşantılarımızı tıka basa "
doldurma"yı hedefliyor. Arzular, hayaller, beklentiler arttıkça artıyor.
Bu durumda
tatmin duygusu kuytuda büzülüp kalıyor, artık onun yüzüne bile bakan yok!
Hayaller ise eninde sonunda "
dağılmaya" mahkûmlar.
Sağlam bir sosyal bilimci ve terapist olan
Ian Craib hayal kırıklığı üzerine çalışmasında
(The Importance Of Disappointment) bu durumu
aşırı yemenin ardından gelen hazımsızlık ve şişkinlik duygusuna benzetmişti.
Haklıydı.
Bir de tabii kişinin kendisi hakkında kurduğu hayallerin kırılması var ki, netameli bir konu.
Ya olduğumuzu umduğumuz kişi değilsek?
Tam bu kritik noktada kesmem gerek, yerim bitti.
Siz kendi kendinize devam edin.
Cesaretiniz varsa tabii...