Ne yalan söyleyeyim...
Galiba son zamanlarda bazı gençlere kızmaya başlamıştım. Anne babalarının "doğuştan beyaz" olduğuna inandırdıkları prens ve prenseslere...
Sınıfsal nefret ve endişelerini etrafa saça saça yaşayan gençlere...
Sermaye oligarşisinin bütün numaralarını bir güzel yutup sonra da solculuk taslayanlara...
Baba parasıyla yurt dışına gitmek hariç kendi şahane gettosundan çıkmaya hiç niyeti olmayan fakat Ak Parti'nin ülkeyi gettolaştırdığını iddia eden küçük kokoşlara...
Ufaktan bozuluyordum.
Biraz da "yapmayın çocuklar, biraz etrafınıza bakın!" isyanıydı benimki.
Eh, yaşlılık belirtisi de sayılabilirdi.
Belki bu duygumun kaynağı sosyal medyadaki hırtlıklara şahit olmanın yarattığı hayal kırıklığımdandı.
Ama yaptığım özünde yanlıştı, haksızlıktı.
Gerçeklerle hiç yüzleşmemiş çocukların azıcık olsun büyümesi kolay bir şey mi?
Yalancı öğretmenlerin doğruyu bilen öğrencileri olabilir mi?
Boğaziçi'ne gidince kendiliğinden entelektüel, ODTÜ'yü kazanınca tabii olarak "yoldaş" olacağını sanıyor.
Bilgi'de ders görmenin "bilgili" olmaya yeteceğine, hazırlık okuyunca yabancı dili yalayıp yutacağına, şöyle hançeresini yırtarak slogan atınca dünyanın bir anda güzelleşeceğine inanıyor.
Olmuyor. Olmayınca da sinirleniyor.
Çocuk...
Babaannesinin Allah'a, annesinin "Evren"e, babasının bildiğimiz paraya inanmasındaki garip fakat anlamlı işaretleri okumaya asla yanaşmıyor.
Bilmiyor ki, artık ilkokul ezberlerini tarih sanan bir o, bir de Kuzey Koreliler kaldı.
Bilmiyor ki, anne babasının yıllardır can simidi gibi sarıldığı parti tank, top, tüfek desteği olmadan bu küçük oy oranını asla aşamaz.
Bilmiyor ve bilmediği için etrafına atıp tutarak bir çıkış bulacağını, evinin önüne barikat kurarak "kurtulacağı"nı sanıyor.