Otuzlarının başında ama ruh ergen.
Öğretim en iyi okullardan ama eğitim dökülüyor.
İyi niyetli fakat ezberleri öyle kuvvetli ki, zihnindeki malzeme akıl yürütmeye yetmiyor.
Gördüğü üç beş şeyi, tattığı birkaç lezzeti ve kendini güvenlik içinde hissettiği dar çevresini dünyanın ta kendisi sanıyor.
Ve sonra soruyor...
"Beyaz Türk denince ilk akla gelebilecek adamlardansın, neden Beyazları eleştiriyorsun?"
Ona "Beyaz Türk dediğimiz şey doğuştan gelen bir özellik, oturduğun semtten geçen bir virüs değil ki" diyorum.
Ekliyorum: "Bu her şeyden önce bir zihniyet; bir sosyalsiyasal ve sınıfsal duruş!"
İşi iyice basitleştiriyorum: "Zencilerin varsa; kendin gibileri seçkin görüp ötekileri hayatın güzelliklerini hak etmeyen hizmetçiler gibi görüyorsan, şu meşhur 'dağdaki çoban'ın aklıseliminden şüphe duymayı normal buluyorsan, beyazsın!"
Anlamıyor, anlamıyor...
Anlamadığını, hemen birtakım "esmer" ve "aşağı" katmanlar ve gruplardan söz etmeye başlayarak gösteriyor.
"Şimdi oy atmaya gidecek, nereye mühür basacaklarını bile bilemeyecekler" diyor.
Gülümsüyorum...
"Bir nevi Kılıçdaroğlu gibi değil mi, geçen seçimde oy kullanacağı yeri bulup oy atamamıştı" diyorum.
"Pek beyaz, pek iddialı Cumhuriyetçi hanımlar bir ara hem Tuncay Özkan'a, hem CHP'ye oy basmışlardı da, oyları mecburen geçersiz sayılmıştı, onu mu anlatıyorsun?" diye takılıyorum.
Yine de anlamaya yanaşmıyor.
Dönüp dönüp bina okuyan bir kültür(!) var
çünkü.
Zihni perde gibi örten ama dünyaya açık olduğunu vaz eden bir eğitimöğretim...
Bitirmiş bu çocukları!