Yine o tarihsel dönüm noktalarından birindeyiz... Halk, "halkın eğitilmesi" gerektiğine inananlara aslında ne kadar cahil olduklarını ağır ağır ve sabırla öğretiyor.
***
Çengelköy'de bir kahvede oturuyorum. İkindi vakti. Ortalık sakin. Bir seçim otobüsünün çığırtkan gürültüsü yaklaşıyor. Gelecekte Türkiye'yi yönetmeyi hayal eden büyükşehir adayı otobüsün kapısında dikilmiş, (hoparlörlerden söylendiğine göre) "
Çengelköy halkını selamlıyor!" Pek ilgilenen yok! Kaldırımda yürüyenler dönüp bakmıyorlar bile. Durum tuhaf. Büyükşehir adayı birden kendini aşağıya atıyor ve annesinin elini tutmuş yürüyen küçük bir kız çocuğuna sarılıp öpüyor.
Anne şaşkın, çocuk ağlamanın eşiğinde... Sonra sanki bir filmin duran karesi yeniden harekete geçiyor.
Herkes bir dakika önceki pozisyonunu alıyor ve otobüs yola devam ediyor. İçimden gülüyorum. Yalnızca "
görüntü veren" bir siyasetin sandıkta çuvallayınca, "
ama onlar makarna, kömür veriyor" diye bahaneler uydurup ağlaşması çok anlaşılır bir şey.
***
"Adil yasaların varlığı bir toplumda adaletin tesis edilmesine yetmez. Bunun için o toplumda
adalet fikrinin sürekli tartışmaya açık olması gerekir" (Cornelius Castoriadis)
***
Adalet bir "
dava"dır. O yüzden kendi haline (yani yasaların eline) bırakılamaz. Dikkat etmek gerekir: Yasaların sık sık revize edilmesini eleştirenler, hukuk düzenini korumaktan çok oligarşik çıkarlara dokunulmasını engelliyor olabilirler.
***
Muhalefet mi? Hani nerede? "
Başkaları"nın değerini hayatından çıkartıp yerine açgözlü hazlarını koyanların; halkın inançlarını "büyülü gerçekçilik" haline getirmiş kitapları okuyarak
iyileşeceğine inananların, "
farkındalık" diye diye
gözlerini dünyaya kapatanların gerçekten el ele tutuşup siyaset yapması mümkün mü?
Ya "
Babaya isyan" duygularını toplumsal meselelerin üzerine boca eden radikallere ne demeli! Muhalefet mi?
Hayır! Muhalefet siyasettir.
Muhalefet yok bizde, nefret var. Ya lumpen nefret ya da kendinden menkul bir seçkinciliğin sandıktan duyduğu tiksinti...