2002'den bu yana neredeyse her seçim öncesinde ortalık karıştı.
Belli ki, her seferinde krizlerin seçim sonuçlarını değiştireceğini düşündüler ve her seferinde yanıldılar.
Hatırlayın; daha en başında, AK Parti ilk seçim zaferini kutlarken parti genel başkanı meclis dışındaydı.
Sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ortaya atılan 367 garabetini ve 2007 seçimlerinden önceki Cumhuriyet mitingleriyle 27 Nisan muhtırasını unutmak mümkün mü?
Neredeyse her seçim öncesi kapalı kapılar ardında savuşturulan darbe girişimleri var ki, ayrı hikâye!
Şimdi de önümüzde üç seçim var.
Ve Gezi'nin huzursuzluğu henüz üzerimizden kalkmadan dershaneler tartışmasıyla patlak veren cemaat-iktidar gerilimi şaşırtıcı sayılmamalı.
Ancak durup düşünmek gerek.
Tamam! Herkes anladı ki, Başbakan seçim sonuçlarını ve siyasi gücünü kimseyle pazarlık konusu yapmayacak!
Fakat bu kadar mı? Her şey bundan mı ibaret?
Hayır! Elbette bu kadar değil.
***
Türkiye'nin dönüşümü ve ufku açısından baktığımızda
esas çatışma başka bir noktada.
İster laik bürokratik oligarşinin, ister muhafazakâr sivil yapıların vesayet arayışı olsun...
Birbirlerine düşman bile görünseler, hatta birbirlerini hırpalasalar dahi bu kesimleri
ortak kılan bir yanları var:
Eski Türkiye'nin tanımlar ve kavramlar çerçevesine bağlılar.
Bunu anlamak için basit bir test sorusu yeterli...
İki tarafa da
barış süreci ve Kürtler hakkında ne düşündüklerini sorun. Ya da iki tarafın da bu konuda izledikleri siyasete bir bakın.
Nasıl ortak bir noktada buluştuklarını anlarsınız!
***
Osmanlı'nın son döneminde başlatılan ve Cumhuriyet'te 1924'ten sonra anayasal zemine yaslanan bir
milletleştirme süreci var.
Müslümanları Türkleştirmek üzerine kurulu bir süreç bu. Dışarıda kalan "
yanıyor"du!
Bu sürecin resmi ideolojik yüzü bir yandan da
Sünnileri sekülerleştirme çabasını içeriyordu.
Gerektiği zamanlarda akademi, siyaset ve cemaatler yoluyla devletçe piyasaya sürülen muhafazakâr yüz ise,
Batı'ya itaatkâr milliyetçilikti.
Her iki durumda da
Kürtler, Aleviler ve manevi ufku Balkanlar'dan Ortadoğu'ya kadar uzananlar dışarda kalıyor, daha doğrusu dışlanıyordu.
Şimdi Türkiye yeni bir "
millet" tanımı yapmaya hazırlanıyor. Milliyetleri sınırın içi veya ötesi demeden kucaklayan bir "
millet" tanımı.
Barışın başka yolu yok!
Kültürel- ekonomik gelişmenin de başka yolu yok!