Şimdi şuraya bir mim koyalım...
"Beyaz Türkler" demokrasiye ve özgürlüğe ihtiyaç duymazlar. "Dağdaki çoban"ın oyundan nefret ederler ve başkalarının değil sadece kendilerinin özgürlüğünü isterler.
Çünkü onları tarih sahnesine çıkartan şey demokrasi değil, 150 yıl önce başlayan Batılılaşma ve uluslaşma maceramızdır.
Kabul etmeliyiz ki, gayet jakoben bir talim terbiye fidanlığında filizlenip serpilmişlerdir.
***
Eğriye eğri, doğruya doğru...
Özellikle "
orta sınıf beyaz Türkler" üzerinde daha çok durmak ve her şeye rağmen onları demokrasi hattına çekmeye çalışmak zorundayız.
Sosyal barış için buna ihtiyacımız var. Bir kere şunu söyleyeyim...
Bazı esmerlerin sandığı gibi "
vur patlasın çal oynasın" bir hayatın imtiyazlarla bezenmiş insanı değildir orta sınıf beyaz Türk.
Hayır! Tersine,
çok dokunaklı (patetik) bir karakterdir.
Çünkü bütün yükünü omuzlarında taşıdığı rejim ona hiç iyi davranmamıştır!
Sahip olduğuna inandırıldığı bütün imtiyazları yüksek bürokratlara ve burjuvalara kaptırmıştır.
Elinde kala kala eğitim kalmıştır.
Hâlâ şu hayatta iyi olan ne varsa "
okul"dan geleceğine inanacak kadar saftır.
Fakat yere göğe koyamadığı "
modern, bilimsel, laik eğitim"in 80 yıl boyunca kendisine ve çocuklarına
doğru düzgün bir yabancı dil ve matematik öğretmeyi bile beceremediği gerçeğine gözlerini kapatmakta zorlanır.
***
Bir sosyal katman düşünün ki, en çok gururuna önem verir ama her daim eziktir!
Mesela hali vakti iyiyken
Batı'ya bağlıdır, hayrandır. İşler kötü gittiğinde de
Batı'ya birdenbire düşmandır. Ama
Batı'yla ve Batılıyla yüz yüze geldiğinde kendini aşağı görür, benzi solar, sararır, hatta kararır.
Edebiyat sevmez
(sevse bu kadar az mı satılırdı kitaplar!) sadece önemser.
Harcıâlem şarkılara bayılır. Gizli gizli soft arabeske bile sardırır ama "
ötekilere" siyasi bir ders verilecekse
Beethoven'ın 9. senfonisine katlanır!
Tabii devir değişti artık.
Orta sınıf renklendi, çeşitlendi. Daha da çeşitlenecek!
Üstelik resmi tarihin zihinsel duvarları birer birer yıkılıyor.
Bakalım, bu gidişin sonu ne olacak!