Geleceğimizi sadece siyaset ve ekonomi şekillendirecek sanıyorsanız...
Yanılırsınız.
Bugünsüz bir yarın yok!
Bugün nasıl yaşadığımız, nasıl yiyip içtiğimiz, nasıl sevdiğimiz, nasıl üzüldüğümüz, nasıl hayal kurduğumuz ve daha birçok şey geleceği belirleyecek.
En çok da bugünün çocukları ve gençleri!
Ama ne ilginçtir ki, "çocuklar geleceğimizdir" diye nutuk atmayı severiz de, toplumsal meselelerimize bu açıdan yaklaşmayı istemeyiz.
***
Tamam! Şimdiki çocuklar müthiş!
Yanlış anlamayın, bunu pek
olumlu anlamda söylemiyorum.
Bu can sıkıntısı, bu hedefsiz hareketlilik, bu dikkat dağınıklığı, bu şiddet merakı ve bencillik öyle kolayca geçecek gibi görünmüyor.
TV programlarının adlarını ezbere bilen, dijital teknolojiye doğuştan aşina ama
neyi sevdiğini, neyi sevmediğini bile doğru düzgün anlatamayan ilköğretim öğrencilerinden...
Yakında başlayacağı iş hayatında patronu babası, yöneticisi annesi olsun ve onu
hep hoş görsün isteyen; yabancılardan nefret eden, arkadaşlarıyla çekişip duran,
bir kitabı başından sonuna okuyamayacak kadar sıkıntılı gençlerden...
Nasıl bir gelecek doğacak acaba?
Hiç merak etmiyor musunuz!
***
Çocuklarla ilgili
sosyal sorumluluk projelerinde sık sık görev alan bir tanıdığım geçen gün "
Bu çocuklardan huzurlu bir ülke çıkmaz!" diye yakınıyordu.
Ne oldu, diye sorduğumda, bir proje çerçevesinden çocuklarla yaptığı bir seyahati anlattı.
İki gün içinde otobüsün içinde yırtılmamış koltuk, kırıp parçalanmamış portatif masa kalmamıştı.
Seyahat boyunca yoksul ailelerden gelen çocuklar durmaksızın kavga etmiş, daha varlıklı olan çocuklar sıkıntıdan patlamış, hiçbir şeyi beğenmemişti.
Geçenlerde de
Fatma Barbarosoğlu'nun "
Fazla kırılgan, fazla alıngan, şiddete meyyal bir gençlik geliyor" başlıklı yazısını okuyunca konuya artık daha ciddi biçimde eğilmemiz gerektiğini düşünmeye başladım.
Barbarosoğlu, okulda ellerine tablet bilgisayar tutuşturulmuş fakat basit bir fıkra bile anlatamayan;
kendini asla ifade edemeyen ve o yüzden de şiddete meyyal gençlerle karşılaşmasını anlatıyordu.
***
Şimdi daha fazla uzatmak istemiyorum.
Olay şu...
Erteleyemeyeceğimiz, görmezden gelemeyeceğimiz bir sorunla karşı karşıyayız:
Çocukların ve gençlerin daha önceden alışık olmadığımız dertleri var.
Hepsini içten içe hırpalayan, tüketen dertler bunlar.
Ve sakın kendinizi kandırmayın, büyüyünce geçmiyorlar!
Onların bu dertlerini görmek, analiz etmek ve
çare bulmak zorundayız.
Yoksa?..