Susarsak kayboluruz gibi geliyor ya bize...
Susarsak yanlışı onaylarız gibi geliyor hani...
Oysa bir kez kaybolmuşsan kalabalıkta, konuşsan ne fark eder!
Onca gürültü patırtı içinde neyin yanlış, neyin doğru olduğu işitilmez hale gelmişse, "ben de varım" diye tepinip duran sözün gücü neye yarar?
Dört gündür sosyal medya âleminde olup bitenlere bakıyorum da...
Kendim de dahil, kimimiz Facebook'ta, kimimiz Twitter'da ne çok konuştuk!
Hayrı oldu mu peki? Aramızda bir köprü oluşturdu mu?
Pek sanmıyorum.
Kendi adıma şunu söyleyebilirim. Zaten hiç konuşmasak da anlaşacak olduklarımızla güncel olaylar üzerine birbirimizi onayladık. Belki biraz ferahlatıcı bir duygu! O kadar!
Fakat bu birbirine laf yetiştirme telaşının daha çok yalanı yanlışı çoğaltıp kışkırtmaya, en samimi öfkelerimizi bile yüzeyselleştirmeye yaradığına eminim.
***
Günümüz psikoterapi modaları ve iletişim teorilerinin de fena halde ıskaladığı bir hakikat var: Aramızda köprü inşa edilecekse, bu bazen
konuşarak, bazen de
susarak mümkündür.
Çoğu zaman tek tek insanların da, bütün bir toplumun da
el ele tutuşması için sessizlik gerekir.
Yanlış anlaşılmasın!
Sustuğu için her badireden sıyıranlar...
Ağır olup molla sayılmayı hedefleyenler...
Ve dünyanın sıkıntısı, kuşkusu, korkusu karşısında şizoid bir ruh durumuna çekilenler beni ilgilendirmiyor.
Hakikatin üstünü susarak örtmeyi elbette kabul edemem.
Fakat
apaçık hakikatlerin sürekli konuşarak bulanıklaştırılabildiğinin de şahidiyim.
***
Beni sormayın,
çaresizim.
İşim durmadan söz üretmek!
Ve bunca yılda şunu da öğrendim ki...
Sayfalar dolusu harf tek bir sözcük etmiyor çoğu zaman.
Geleneksel medyayı bir yana bıraktım...
Ama diyorum ki...
Hiç değilse şu
sosyal medyanın gerçekte ne büyük bir nimet olduğunu fark etmemiz için...
Ara ara "
söz orucu"na girip sussak mı acaba!