Gülmek güzeldir.
Gülümsemek en güzelidir.
Hele sürekli gülümseyebilen bir insan olmak!
Fakat kahkaha biraz onlardan farklıdır.
Kahkaha kendini "unutmak" fiili üzerine inşa eder.
İnsan ancak dünyayı, hayatı, olup bitenleri, benliğini saran mecburiyetler ve mesuliyetler çemberini "unutabildiği" bir an içinde kendini kahkahalarına bırakabiliyor.
Kahkahanın ferahlığı da, karanlığı da tam bu noktadadır!
Önce bunu not edelim, sonra lafı getireceğim yer belli...
***
Dün
Ayşe Arman'da okudum.
Yazının başlığı gayet netti: "
Gülün, Durmadan gülün, yerli yersiz gülün."
Ayşegül Kalem Ertal adında bir klinik psikologun yakında yeni bir kitabı çıkacakmış.
Orada diyormuş ki...
"Gülerken yüz kaslarımızın gönderdiği sinyali alan
beyin vücuda mutluluk hormonlarını basıyor. O yüzden durmadan gülün, kendi kendinize gülün, aynaya bakıp gülün, asansörde gülün, zorlayın kendinizi. Mutluluk hormonlarınızı harekete geçirin. Ruhunuzu hafifletin."
Ayşe de bayılmış bu tezlere tabii.
***
Bize yeni geliyor ama bu türden popüler psikoloji tezleri
Batı'da neredeyse eskiyip tedavülden kalkmak üzere.
"Beş yaşındaki bir çocuk günde ortalama
300 defa gülüyor, kıkırdıyor, kahkaha atıyor. 40 yaşındaki bir yetişkin için bu
günde 5 defayı aşmıyor" diyorlar ve ekliyorlar: "
O halde beş yaşındaki bir çocuk gibi gülmeyi öğrenmeliyiz."
Bu türden makaleleri okuduğumda içimden "
zor öğrenirsiniz!" demek geçiyor.
Bir yetişkin beş yaşında bir çocuk olamaz, ancak taklit edebilir ve işte bakın,
buna gerçekten gülünür!
Bilinen şeydir;
evrimci veya
davranışçı psikoloji ekolleri oturup "
yetişkin insanlar acaba neden bu kadar az gülüp çok somurtuyor?" diye sormayı üzerlerine vazife edinmezler. Bütün bildikleri "Siz de en azından günde 40 kez kahkaha atın, işe yarayacaktır!" demektir.
Anladığım kadarıyla, bizim psikologumuz yine de kendi "
toprağı"na bağlı kalıp işi
kocaman kahkahalara kadar uzatmamış!
***
Modern insanın bozulan psikolojisini düzeltmeye kalkarken "
anlam" kavramını gündelik hayattan kovacaksak, bunun sonu yok!
Sabah kalktığında
yerli yersiz güleceğine,
gerçekten gülecek nedenlere sahip olmak için çabalamak daha doğru ve hayırlı değil midir?
Bu popüler tezlere
psikanalizin ve
antropolojinin sert itirazlarını dile getirmeye kalksam, bu köşe yetmez!
Ama onları da bırakalım, ya binlerce yıllık insanlık kültürü ve vahiy dinlerinin
gülme konusuna yaklaşımlarına ne diyeceğiz?
Hz. İsa herhalde "
hayret veren bir şey olmadan gülmek cahilliktir" diyerek boşuna uyarmadı havarilerini!
Hz. Muhammed neden "
çok gülmek kalbi karartır" demişti? Durup düşündük mü bunun üzerinde?
Son sözüm şu...
En doğrusu, gülmeye bile
gülümseyerek yaklaşmaktır.