Bizim milliyetçilerin çoğuna milletini neden, nasıl, hangi yönleriyle sevdiğini sorun...
Birkaç tarih ve folklor ezberinden sonra dilleri tutulup kalır.
Ama sıra nelerden nefret ettiğini anlatmaya geldiğinde sular seller gibi anlatır.
Bir de daha modern bir cakayla "yurtseverim" deyip duranlar var, malum.
Onlara da sorun...
Neyi sevdiğini tam olarak bir türlü dile getiremez. Birkaç popülist slogan ve görev tanımından ötesi yoktur.
Oysa emperyalizmden nefret etmek için harcadığı enerjinin çok daha azını yurdunu gerçekten sevmek neyin nesidir, konusuna harcasa ne çok şey değişirdi.
Gerçekte bu ülkede yaşayan herkesin, hepimizin sorunu bu...
Bol bol nefret ediyoruz, korkuyoruz, kuşku duyuyoruz ve kendimizi sevdiklerimiz üzerinden değil, korkularımız, kuşkularımız ve nefretlerimiz üzerinden tanımlıyoruz.
***
Son zamanlarda fark ediyorum ki...
Hâlâ "
bura"ya yabancıyız!
Kendimizi bir türlü
buralı hissedemiyoruz da, buraya mecbur hissediyor gibiyiz.
İçimizde hep yeni bir göç, yeni bir sürgün korkusu var sanki.
O yüzden bütün memleket dertleri üzüntümüzden önce korkularımızı kaşıyor.
Psikanalist ve düşünür
Julia Kristeva ülkesinden bir biçimde
sürgün edilmiş insanların yabancı diyarlarda geliştirdikleri duygusal tepki ve davranış kalıplarını ele aldığı "
Yabancı İçin Tokata ve Füg" adlı müthiş yazısında "
sürekli nefreti yaşamak"tan söz eder.
Her okuyuşumda bana
kendi ülkemizdeki ruh halimizi anlatıyor gibi gelir.
Kristeva'ya göre yabancı, "
ana babasının öfkesini hak ettiğine inanan bir çocuğun korkulu ve suçlu saklanmaları gibi" saklanmak ister.
Başkalarına güveni yoktur, geriye sadece "
düz ve mat bir kesinlikle kendi içine yerleşmiş olmanın özgüveni" kalır.
Bir de cesaret ve aşağılanma korkusu...
Bu ikisi patetik biçimde yabancıyı sarıp sarmalar.
Ve mağrurdur yabancı.
"
Kendine demir atmış" biridir.
Köklerinden söz edilmesi asabını bozar. Çünkü "
topraktan, soydan, kökenden kaçmıştır!" Ancak tam da bu yüzden bir yandan da aklı fikri köklerde, soyda soptadır.
***
Kimileri sık sık bu ülke insanlarının zihnine işlemiş "
Sevr paranoyası"ndan söz ediyor ya...
Bana kalırsa mesele çok daha derinlerde.
Henüz "
buralı" olamadık! Olamamışız!
Hâlâ "
yabancı"yız!
Bu upuzun ve zengin kültür birikimini gerçekten kucaklamaya bizi inandıracak bir
toplumsal barış ve refaha ihtiyacımız var.
Mümkünse tabii...
Ve daha fazla gecikmeden...