Geçen gece bir "küçük hikaye" okudum.
Bir sahne zihnime kazınıp kaldı. Basit, çok sıradan ama neden bilmem, insanı derinden etkileyen; ayakta uyurken dahi "rüya"sına giren türde bir sahne.
Bir taşra şehrindeyiz...
Kömür işletmesinde çalışan genç adam iş çıkışı mahallesindeki yeşil balkonlu evin kızıyla buluşuyor.
Parktaki çay bahçesinde sohbet ediyorlar.
Öyle dalmışlar ki...
Kız çayını üzerine döktüğünün farkında bile değil.
Genç adama "çayınızı döküyorsunuz"diyor.
Kız şöyle bir bakıyor ve sonra "ne olacak" diye karşılık veriyor;" kenarın dilberiyim ben. Görenler hemen kenar dilberi olduğumu anlarlar."
Ayrılmalarının ardından genç adam şöyle düşünüyor: "Şimdi ben bir kenar mahallenin kenar dilberini seviyorum. Yarın fabrikadan dönüşümde koltuğumda kar gibi iki somun ekmek olacak. Bakkala, kasaba uğrayacağım. Ocağım yanacak. Ve artık şu örümcekli dört duvar arasında bunalıp kalmayacağım."
***
Türkan Şoray'lı çok tutulmuş bir filmin de adıydı ama "
kenarın dilberi" deyimi unutuldu gitti. Şimdi
varoş var.
Nabi'nin bir beytinde yer alan "
Kenarın dilberi nazik olsa da nazenin olmaz" dizesini bilenler kaldı mı, emin değilim.
Zaten her yer kenar, her yer merkez olmak üzere. Ne nazenin kaldı ne nazik!
Derdim bu değil!
Ben hem çayın hem de "ben kenarın dilberiyim" sözlerinin öylesine
dökülüvermesindeki saflığa vuruldum!
Bir de
1942 yılında bu hikayeyi yazıp daktiloya çeken ve aynı yıl ölen
şair var tabii.
Asıl derdim o!
Çünkü onun ölümünden sonra
çok sevgili arkadaşlarından Kemal Uluser, can dostu
Muzaffer Tayyip'e şöyle yazacak: "Öyle sanıyorum ki, onu bizden ziyade '
kenarın dilberleri' arayacak. Biz onu, bir gün unutacağız. Belki de unuttuk bile. İnsanoğlunun kaderi budur."
***
Kelebeğin Rüyası filmini seyretmiş okurlar anlamışlardır.
Rüştü Onur'dan ve onun bir hikayesinden söz ediyorum. Hani filmde
Mert Fırat'ın canlandırdığı şairden...
Neyse...
Ne güzel film
Kelebeğin Rüyası!
Şöyle kusurları varmış; maden işçilerinin durumu yeterince anlatılmamış, yine seyircinin gözyaşı bezleri hedef alınmış, vd.
Bütün bunlar bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyor.
Tek bir filmin her şeyin altından kalkmasını bekleyenlere bir bizde rastlanıyor. Bu kadar kasmaya ne gerek var.
Biri usta (Behçet Necatigil), diğeri unutulmuş (Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur) iki şairi anlatan ve öyküsü insanın içine işleyen bir film bulmuşuz, daha ne!
Filmin senaristi ve yönetmeni
Yılmaz Erdoğan'a teşekkür ederek...
Ve çok genç yaşta kaybettiğimiz Zonguldaklı üç şaire; Rüştü Onur, Kemal Ulusel ve Muzaffer Tayyip Uslu'yla birlikte
"kenarın dilberleri"ne selam ederek yazımı kapatıyorum.