İyiyim, şükür. Hayatta yenilik var mı? Yok. Her zamanki gibiyim.
Hayır! Buna aldanmayın sakın! Bu doğru değil.
Sanırız ki, yıllar bir su gibi önümüzden akıp geçiyor, bizse hep kıyıdayız, hep bakıyoruz.
Sanırız ki, hayatımıza yön veren olaylar dışında her şey aynı kalıyor.
Bu öyle güçlü bir histir ki, sönüp giden dostluklara, çarçabuk hafızamıza havale ettiğimiz ölümlere, eski işlere güçlere, hatta gelip geçmiş "en mutlu an"larımıza bile yabancı kaldığımız olur.
Kendi hayatımızı bir başkasınınmış gibi tatlı tatlı hatırlamaya bayılırız.
Oysa zamanın nehri bizi de alıp sürükler.
Sonra gün gelir...
Bir bakmışsın, eskisi gibi değil hiçbir şey! Her zamanki gibi değilsin!
Ne saçındaki, sakalındaki aklar sadece görüntüden ibaret, ne de gitgide yerleşen serinkanlılığın basit bir ruh durumu!
Yaşlanıyorsun işte!
Bazen hiç farkına varmasan da içinde bir beden boy vermeye başlıyor; yorgun ve kırılgan bir beden.
***
Mesela
tv programından gece yarısı çıkıp Çengelköy'de az mercimek çorbası içtikten sonra eve gidip valizini alır ve kendini yola vurursan, harika olur diye düşünüyorsun..
Gece direksiyon sallamak dert değil ki! Yıllarca bunu yapmadın mı!
Sabah Ege güneşi seni kendine getirir,
uykusuzluk vız gelir vız gider, sanıyorsun.
Yolda birden gökyüzünün yere inivermesi; sileceklerin yağmurun hızına yetişememesi bile moralini bozmuyor; hatta hoşuna da gidiyor.
Hem sabahın ilk ışıklarıyla birlikte
refüjde beliriveren kızıllıklar da neyin nesi! Yoksa gelincikler erkenden ortalığı süslemeye mi başladılar!
Bundan güzeli olur mu?
***
Fakat bu hikâyenin sonu uzun yıllardır alıştığım gibi bitmedi.
Uyudum, uyandım, uyudum, uyandım.
Bedenimin yorgunluğu bir yana, zihnimi hiç toparlayamadım.
Hazırda tuttuğum, hafta içinde olur olmaz yerlerde aklıma düşüp de cep telefonuma kaydettiğim notlarımı bile bir araya getirip gazeteye yollayamadım.
Dün bu köşede "
Pazar Notları"nın olmayışı bundan!
Ah şu gelip geçen yıllar!
Bu da yanlış işte!
Geliyorlar ama hiç geçmiyorlar.
Onu da başka zaman konuşuruz.