Baştan söyleyeyim...
Hiçbir zaman televizyon izlemeye burun kıvıranlardan olmadım.
Aksine, severim televizyonu! Hakkını da veririm, değerini de!
"Uzun süredir tv izlemiyorum, çok rahatladım" türünden lafların içinde sosyal fobiye benzer şeyler gizlediğini de biliyorum. Tv izlemek de bir sosyal karşılaşma ve hesaplaşma biçimi çünkü!
Ama bir dakika!..
Burada duralım...
Çünkü tv izlemenin yüksek bir bedeli var: Ne para, ne pul bu bedel, bildiğimiz zaman!
Ekran bize sınırları çizili bir "dünya" veriyor, karşılığında zamanımızı alıyor.
***
Geçen gün büyük kanalların yayın akışlarını önüme koydum.
Yerli dizilerin yayın saatlerinin altını kırmızı kalemle çizdim. Ortaya çıkan tablo karşısında şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum.
Hiç fark ettiniz mi? Bazı diziler reklamlar dahil
üç saat sürüyor. Kısa diziler de iki saat.
Reklamlar dahil, diyorum; çünkü reklamlar devreye girdiğinde kimsenin diziyi bıraktığı falan yok!
En fazla çay koymaya gidiyorlar ya da küçük bir zap yapıp diziye geri dönüyorlar!
Çoğunluk aynı gecede birkaç dizi izliyor.
Zorla değil elbette! Kimsenin sırtına silah dayanmıyor.
Dizilerdeki dertlere takılıp kendi dertlerimizi unuttuğumuz ve bu sayede bir parça soluk aldığımız da doğru! Tamam!
Ama ne bir filme, ne de kitap okumaya benziyor dizi izlemek! Olaylar ve kahramanlar aynı kalıplar içinde ve tıpkı ekran karşısındakiler gibi vakit geçiriyorlar!
***
Şimdi söyleyin bana...
Zaten
kısacık ömrümüzden her akşam üç dört saatin böyle harcanması reva mıdır? Bu nasıl bir zaman israfıdır!
O üç, dört saatte yapacak başka bir şeyimiz olmadığı yalan!
Neden bu tuhaflığın üzerinde durmaktan kaçınıyoruz?
Özellikle yerli dizilere meftun olanlara (ki bu basbayağı bir "bağımlılık" türü) bir sorum var.
İçlerinden cevaplasınlar.
Lafı dolandırmadan, bahanelere sığınmadan, kaçmadan...
Soru şu: Size daha önceden "
öyle yaşayacaksınız ki, her gün ekran başında dizi izleyerek saatler harcayacaksınız" denseydi, bunu seve seve kabul eder miydiniz?
Hayal ettiğiniz hayat bu muydu?