Adana Altın Koza ödül törenini izlerken bir kez daha anladım ki...
Biz bu işi beceremiyoruz.
Tiyatrosuyla, sinemasıyla, hatta sporuyla kaç ödül töreni izlediysem, çıkardığım nihai sonuç bu.
Hani ödüller dümdüz bir basın toplantısıyla açıklansa ve postayla sahiplerine gönderilse daha iyi olacak!
İtiraf etmeliyim ki, bu tablonun hoş bir yanı da var.
Tören dediğimiz, aslında sıkı düzen.
Biz düzen sevmiyoruz. Bir türlü düzene giremiyoruz.
O halde bir düzen varmış gibi yapmak niye? Toptan kaldıralım, daha iyi!
***
Baktım da...
Altın Koza'da sunucusuyla, davetlisiyle, ödül alan ve vereniyle yine herkes "
niye buradayız ki, bir şeyler yiyip içmeye gitsek de orada muhabbet etsek!" havasındaydı.
Kılık kıyafet konusuna gelince...
"
Smokin giyin, Oscar'ı taklit edin" falan diye düşünenlerden olmadım hiç!
Ama film setinden henüz çıkmış gibi bir kılıkla ödül sahnesine çıkanları garipsiyorum.
Bu görüntü hiç samimi bir hal değil. Tersine,
fena halde sahte!
Arkadaşının düğününe üzerine çeki düzen vermeden gitmiyorsun da, neden ödül almaya perişan bir halde katılıyorsun?
***
Ödül alan ve almayan filmleri sonra konuşuruz...
Fakat Altın Koza da dahil
bütün yarışma jürilerinin kimi tutum ve tercihlerini ciddi biçimde tartışmanın zamanı geldi, geçiyor.
Ödülleri bölüştürmek mesela...
Madem bir yarışma bu; o halde nihai seçimini yap, birinciyi seç! Bu kadar basit! Bir sinema seyircisi için hem
İlyas Salman, hem de
Engin Günaydın "iyi oynamış" olabilir. Ama bir jüri
"en iyi"yi seçmeli!
Bir de
çok sayıda ödül dağıtma hastalığı var!
Malum, enflasyon enflasyondur! Bu tutum haklı ve doğru ödüllerin de değerini azaltıyor.
Yok, "
kimse evine eli boş gitmesin" mantığıyla ödüller çoğaltılıyorsa, bu kadirşinaslık değil,
düpedüz ayıp!