İkindi vakti.
Hava sıcak.
Epey yol yürümüş, kasabayı baştan başa dolaşmışız. Sırtını dut ağacına yaslamış bir çay bahçesinde soluklanıyoruz.
Aramızda eş dost sohbetlerini bile sosyal ankete dönüştürmeyi seven bir arkadaş var.
"Kahve mi, çay mı?" diye lafa başlayıp "şimdi seçim olsa, kime oy verirdiniz?" ile bitiren tiplerden...
Bu kez lafı nasıl oraya getirdiyse artık...
"Üç ay ömrünüz kaldığını bilseniz ne yapardınız?" diye soruyor.
Tam da kahvelerimizden ilk yudumu alıp ilkyazın baharatlı kokularını içimize çekmeye hazırlanıyorken...
Masadakilerin çoğu "canın sıkılıyor galiba, ne biçim soru bu!" diye çıkışıyorlar.
Ama en gencimiz bir heves atılıyor: "Dünyayı gezmeye çıkardım."
Onun ardından istisnasız herkes dökülüyor: "İşi gücü bırakır, sevdiklerimle vedalaşır, uzaklara giderdim."
Ben susuyorum. Böyle durumlarda hep tıkanıp kalırım.
Bir ara...
"Yahu madem öleceksiniz; gezdiğiniz dünyayı yanınızda götüreceğinizi mi sanıyorsunuz!" diye bağırmak istiyorum ama...
Biliyorum.
Bütün bayatlığına karşın yine de heyecan verici olabilen bu soruyla karşılaşıldığında...
Modern toplumlarda "tatile çıkmak, seyahate gitmek" pek popüler bir cevaptır.
Açın interneti böyle anketler yapan binlerce site göreceksiniz. "Pek yakında öleceğinizi bilseniz ne yaparsınız?"
Hepsine de hemen hemen aynı cevap verilir.
Nedense bir kişi de çıkıp "bu kadar değerliyse dünyayı gezmek, neden hemen şimdi, hastalanmadan, ölüm kapıya dayanmadan yola çıkmıyorsunuz?" diye yorum düşmez o sitelere.
Ama sormak gerek...
Bu cevapların gizlediği şey ne?
Alttan alta bir "kaçış" arzusu mu?
Neden kaçılmak isteniyor?
Ölümden mi?
Ama soru çok açık. Ölümden kaçış yok!
O halde...
Uzaklaşmak istediğimiz şey ne?
Hayatımız, değil mi?
İşimiz gücümüz denilen zincirlerimiz.
"Dünya seyahati" lafı da manidar. Yaşadığımız "dünya" dan hiç memnun değiliz! Besbelli ki, istediğimiz başka bir dünya, başka bir hayat!
Ama ne o? Nasıl?
Asıl onun cevabını dürüstçe aramaya başlasak artık!
Şimdilik bu noktanın altını çizeyim. Daha söyleyecek çok şey var.
Konuşuruz...