Etrafımda "dizi manyağı" kim varsa, geçen hafta hepsi isyan etti.
Neye mi?
Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin izleyiciyi gözyaşına boğmak için elini sürekli yükseltmesine tabii ki...
Bu kadarı da olmazdı canım!
Eskiden Osman ağlatıyor, öteki karakterler sinirlendiriyordu.
Şimdiyse dizinin her saniyesinde acıdan, kederden, çileden geçilmiyordu.
Bir arkadaşım; "ağlaya ağlaya gözlerim davul gibi oldu, perişan oldum" dedi.
Sonra da kendine kızmış; "gerçek acılara bu kadar yanıp tutuşuyor musun, bakalım" diye kendini sorgulamış.
***
Başarının tek kriteri reytingse,
Öyle Bir Geçer Zaman Ki çok başarılı. Buna kuşku yok!
Ama ah, o reyting yok mu!
O yüzden başlangıçta
açık sözlü ve sahici bir öykü gibi görünen dizi artık duygu sömürüsünün en açık örneklerinden biri.
Hiçbir dert, hiçbir acı senaristlerin elinden kurtulamıyor!
Aile içi tecavüz, kanser, yetimhane, hepsi orada!
Yüksel (Aytuğ) dizinin bir engellinin yatak odası dramını
"fütursuzca mıncıklamaya" kalkışacak noktaya kadar uzanmasından şikâyet etmişti. Haklıydı.
***
Hepsi tamam da...
Kimseye
"hikâyeni öyle değil böyle anlat" denmemeli!
"Benim duygularımı suiistimal etme kardeşim" demek veya RTÜK'e şikâyete kalkışmak çocukça bir tutumdur!
Onun yerine dönüp kendimize bakmalıyız.
Düşünün...
Gerçek acılara karşı duyarsızlaşmışız...
Çevremizdekilerin çilesine bir dakika olsun, kulak vermekten kaçınır olmuşuz...
Toplum olarak
kayıplarımızın doğru düzgün yasını tutmayı bile unutmuşuz...
Sonra da gözyaşı sellerinde boğulmak için salı akşamları sabırsızlıkla ekran başına geçiyoruz.
Şimdi söyleyin,
asıl tuhaflık kimde!