"Böyle olmuyor" diyor arkadaşım. "Evden çık, işe git, eve dön; vaktinin çoğu şehir trafiğinde geçsin; kafa dağıtmak için gittiğin yer alışveriş merkezi olsun; evdeyken TV ekranı hep açık olsun... Ee, bu koşullarda bazı kitaplar hiç okunamıyor ki! Belki yatmadan önce bir polisiye. O kadar! Oysa kaç zamandır, gençliğimde yarım bıraktığım Anna Karenina'yı baştan okumanın hayalini kuruyorum."
***
Şimdi arkadaşıma kendi hayalimi nasıl anlatsam...
Mart başından
beri turistik falan olmayan bir Ege kasabasında küçük bir otel odasına üç gün kapanıp roman okumayı planlıyorum.
Dostoyevski ve Sabahattin Ali'ler çantamda hazır!
Haydi, deyip bir sabah vakti yola çıkmamı bekliyorlar.
Okumaya ara verdiğimde de
kasabanın çarşısında yürüyüşe çıkmaktan, belki bir esnaf lokantasına girip
güveçte etli türlü atıştırmaktan güzel ne olabilir!
***
Hatırlıyorum, Haydar Ergülen gençliğini anlatırken şöyle yazmıştı: "Öyle inanırdım ki, taşra kasabalarında okunan kitaplar insanın yaşamını şehirlerde okunanlardan daha çok etkiler. Fransız, Rus, Amerikan klasiklerinin böyle olduğu aşikârdı. Ama Tanpınar'a gelince dururdum. Sanki Tanpınar İstanbul'da okunurdu; Kuzguncuk'ta, Ayaspaşa'da, Çemberlitaş'ta..."
Rasyonel bir yanı olmayabilir, olsun! Ben buna hâlâ inanıyorum.
***
Fakat mesele artık "Hangi roman nerede okunur?"dan çok ötede...
Asıl soru şu:
Şehir yaşamının patırtısı ve temposu içinde romanlara vakit ayırmak ve sakin kafayla oturup okumak mümkün mü?
Bakıyorum da...
İyi edebiyatın talep ettiği
sessizlik ve yavaşlık hafta sonlarımızdan bile elini ayağını çekmeye başladı.
Neyse...
Bahar bitmeden hayalimi gerçekleştirmenin yolunu bulsam, çok iyi olacak!