Güncel ve sıcak tartışma şu... "Liberaller ile hükümetteki muhafazakârlar arasında 2002'den bu yana varlığını sürdüren siyasal ittifak bozuluyor mu?"
Gerçekten de görünen o ki...
Hayat tarzına ilişkin özgürlükler ve "daha fazla demokrasi" konusunda ciddi anlaşmazlık noktaları var.
Makas gitgide açılıyor! Üstelik üsluplar da sertleşiyor.
Bu manzara karşısında ellerini ovuşturan statükocuları bir yana bırakırsak...
Artık şunları sorgulamanın zamanı geldi..
Bu ayrışma sadece güncel siyaset üzerinde bir anlaşmazlık mı? Bu ayrışmanın sosyolojik, hatta pedagojik zemini var mı?
***
Önce...
Kemikleşmiş bir siyasal yanılgının altını çizip not edelim.
Bizim
liberaller siyasi meselelere
"demokrat olmak" kendi tekellerindeymiş gibi davranıyorlar.
Ne
Avrupa'da uzun bir tarihe dayanan
sosyal demokrasi ve muhafazakâr demokrasi deneyimlerini göz önüne alıyorlar ne de
Türkiye'nin özgün demokrasi tecrübesini ciddiye alıyorlar.
Doğruya doğru! Liberaller demokrasi konusunda cesurlar, samimiler ve inatçılar!
Ayrıca bunca yıl boyunca AK Parti iktidarına
entelektüel meşruiyet kazandırma çabaları da hafife alınamaz.
Ama inat ve cesaretlerini demokratlık için yeter şart görmeleri ve
"demokrasiyi siz değil, biz biliriz" diyen tavırları hem muhafazakârların, hem de solun asabını bozuyor.
***
Gelelim esas meseleye...
Muhafazakâr olmayan kesimler bu ülkenin muhafazakârlarını tanımıyor!
Bayramlaşırken veya düğünlerde, cenazelerde
"hepimiz aynıyız" havasındayız ama aslında
birbirimize çok uzak kaldığımız öyle çok şey var ki!
Yıllardır kendimi ve
medyadaki diğer arkadaşlarımı gözlemlerim.
Özellikle de aile ve okul eğitimi
"seküler" çerçevede olanların
muhafazakârlarla karşılaşma anları dikkatimi çeker.
Bir
"aysberg"le çarpışmış gibi ürkerler çoğu zaman.
Suyun altında kalan asıl kütlenin etkisi ne olacaktır acaba? Bu yüzden tedirginliklerinin geçmesi uzun zaman alır.
***
Çok başarılı
bir muhafazakâr işadamıyla fotoğraf çekimine giden bir gazeteciyi hatırlıyorum.
İyi poz alabilmek için
işadamından bacak bacak üstüne atmasını isteyen arkadaşım dakikalar boyu duyulmazdan gelişine şaşırmıştı.
Bu ülkede birçok kişinin çocukluğundan beri hem yetişme ve örf gereği hem de alttan alta "nerede olursa olsun Allah'ın huzurunda bulunma duygusu" nedeniyle bacak bacak üstüne atmadığını bilmiyordu.
İkisi de çok terbiyeli insanlardı ama
terbiye pratikleri farklıydı.
Ama tam da bu yüzden işte...
O gazeteci arkadaşım ve editörleri...
Çekim bittikten sonra tatlı tatlı fıkralar anlatan o neşeli işadamının
basit bir gazete haberindeki saygısız üslubu hakaret olarak algılayıp kızmasına akıl erdiremeyecekti!
***
Yine yukarıda anlattığım türde bir sosyolojik- pedagojik ayrılık yüzünden...
"Muhteşem Yüzyıl" dizisi karşısındaki muhafazakâr öfkeyi de doğru kavrayamıyoruz.
Sadece
tutuculuk veya
Osmanlıcılık veya
milliyetçi ilüzyonlar mıdır bu öfkenin kaynağı? Öyle sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.
Tarih, geleneksel tipte bir muhafazakâr için
"özel hayat"tır.
Neyse...
Bütün yazdıklarımı zor ve çok önemli bir konuya
"başlangıç" sayın sevgili okurlar!
Sonra devam edeceğim.