Alain de Botton!
Güçlü entelektüel kaynaklara biraz hızlı fakat zekice yaklaşımıyla; filozofik meseleleri içini boşaltmadan basitleştirmesiyle herkesin ve özellikle de Türk okurun gönlünü çalmış...
Hemen her kitabında alttan alta "modern mutluluk arayışı"nı sorgulamış...
Mutsuzluğa bir nebze teselli bulabilmek için epey kafa patlatmış...
Yazar.
***
Ayşe Arman!
Söyleşi yaptığı kişilerin özel hayatlarının az çok kuytuda kalan köşelerini ortaya çıkartmaktan hoşlanan, hatta mümkünse bir punduna getirip
"haftada kaç kez seviştiklerini" öğrenmeye çalışan...
Formda olduğu zamanlarda karşısındakinin
yalnızca sözlerinin değil, gözlerinin anlattıklarını da ıskalamayan...
Gazeteci.
***
Arman sonunda
Alain de Botton'u da güzel güzel konuşturmuş!
Öğreniyoruz ki... Gündelik hayat filozofumuzun
"yürüyen" bir evliliği var. Çocuklarını çok seviyor. Karısını
"beğeniyor." (Bu benim çıkardığım sonuç! Ama önemli! Günümüzde sevip beğenmediğimiz, beğenip sevmediğimiz çok oluyor. Bu konuyu sonra konuşuruz!)
Belli ki... Onca kitap ve ünden sonra halinden vaktinden ve arkadaşlarıyla kurduğu
"Hayat Okulu"ndan pek memnun! (Kişisel Gelişim ekolünden bir parmak yukarıda, hakiki entelektüel arayıştan iki parmak aşağıda bir boş vakit kursu!)
Fakat anlıyoruz ki,
özel hayatında mutsuz! (Hürriyet, Pazar, 16.01.2011)
***
İşte tam bu noktada...
Günümüz insanının mutluluk takıntısının başlı başına bir problem olduğunu bilen
de Botton...
Diyor ki, Ayşe'ye...
"Mutlu olman gerekmiyor."
Bu lafı okuduğumda "hah, diyorum, şimdi oldu!" ve içten içe heyecanlanıyorum.
Fakat arkası...
Arkası fıssssss!
Çünkü
"hayatının ilginç olması gerekiyor.
İlginç bir ilişkin olması gerekiyor" diye devam ediyor sözlerine...
Ne bu?
Nasıl bir sığlık?
***
Birbirimize anlatmadıkça (yani kendi çapımızda magazinel dedikodu etkisi yaratmadıkça)
"ilginçlik" diye bir şey var mı?
İlginçlik bir hayat biçimi olabilir mi?
Modern mutluluk arayışının
yalancı derinliğine isyan edeyim derken
bu kadar sığ bir yerde kulaç atmak olacak şey mi?
Karısı
"beni mutlu ettiğini söyleyemem" diyormuş ona;
"ama seninleyken kendimi canlı hissediyorum."
Buymuş, bütün
"numara!"
***
Aslına bakarsanız...
Çoğumuzun durumu gizliden gizliye ya da bazen de apaçık biçimde
Alain de Botton'unki gibi!
Ama sıradan insanlar hiç değilse böylesi bir gündelik gerçekliğe
"büyük hakikat" payesi vermiyor!
Buruk biçimde gülümsetiyor beni
Alain de Bottton gibiler!
Entelektüel varoluşları hep
"ders çalışma" üzerine kurulu!
Çok okuyan, çok çalışan, çok gezen, çok konuşan fakat
temel varoluşsal sorulardan kaçan tipler bunlar!
"Asıl olan yaşamak, yaşadığını hissetmek" diyor de Botton!
Peki ne için yaşamak?