Türkü dinlemekten ömrü boyunca tiksinmiş adamlar; üniversite okumak için yurtdışında okumaya gittiğinde itilip kakılınca bir memleketi olduğunu fark eden gençler; bütün ilgi ve beğenileri Batı'ya kilitlenmiş sit-com gazetecileri; ziyaretine gittiği Mevlana Türbesi'nden çıktıktan sonra Konya şehrinde fazladan bir saat bile geçirmeye tahammül edemeyen kadınlar; hayatta en çok New Yok City'de yaşamak isteyenler... Hepsi birdenbire "Türklük gururu"ndan söz etmeye başladılar! "Bu bir sosyal trend, mevcut koşullarda normal saymak gerekir" diyeceğim ama burnuma arkası karanlık, ucu faşizme açık bir tezgâhın kokuları geliyor. Umarım yanılıyorumdur!
***
Baudrillard galiba haklı! İki ayrı hayat yaşıyoruz. Biri uyanıkkenki hayatımız, diğeri uykudayken gördüğümüz rüyalar. Ve rüyalar akıp giden zaman gerçeğiyle pek tanışmıyorlar! Zamanın baskısından uzaklar! O yüzden daha tutkulu, o yüzden daha "fırlama", o yüzden daha "derin" ve enerjikler!
***
"Başlangıç/Inception" filminin etkileyici senaryosu büyük bir palavraya dayanarak inşa edilmiş! Bir rüyadan hiçbir şey çalamazsın... Rüyalardaki imgeler ve fikirler kertenkelenin kuyruğu gibidir; koparırsan yeniden uzar! Bilinçdışında zaman değil, sonsuzluk; kıtlık değil, bolluk hüküm sürer. Onları "rüya" yapan da budur zaten.
***
Susmak gerektiği yerde susmuyoruz. Çok gevezeyiz. Peki ne zaman susuyoruz? İşimize geldiği yerde...
***
Gece yarısına az kala... Köprüyü hızla geçen bir İETT otobüsünde sürücüden başka iki kişi var. Biri sıska, kara kuru ve belli ki o saate kadar çalışmaktan bitkin düşmüş bir adam. Uyuyor. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme! Diğeri en arka koltukta ayaklarını önündeki koltuğa uzatmış ve başı yana düşerek uykuya dalmış bir genç kadın. Kucağındaki kitap sarsıntıdan ha düştü, ha düşecek... Andre Gide'nin "Dünya Nimetleri"ni okuyormuş. Genç kadının yüz çizgilerinde gördüğü güzel rüyanın izlerini fark eder gibi oluyorum. Otobüs hep gitsin istiyorum o an, hiç durmadan, durağa varmadan, o iki yolcusunu uyandırmadan gitsin! Belki başka bir ülkeye, belki başka bir dünyaya...
***
Günümüzde bilgi çok, bilgelik ise neredeyse yok! Bunu pek sık tekrarlıyoruz ama hiç düşünmüyoruz ki, belki de bir çığ gibi büyüyüp her şeyi altına alarak ezen "bilgi"den kaçmıştır bilgelik!
***
Oruçtan bihaber iftar sofraları var. Bir restoranın iftar büfesi mesela... O kadar geniş, o kadar abartılı, o kadar savurganca hazırlanmış ki büfe... Sanki gün boyu oruç tutanlar talihsiz bir kıtlıktan veya içine birdenbire düştükleri bir yoksulluk ve açlık halinden çıkıp oraya gelmişler de, restoran onlara bu "acı tecrübe"yi unutturmaya çalışıyormuş gibi bir manzara!