Dün kaldığımız yerden devam edelim.. Demiştim ki... Bugünlerde pek moda olan "geçmişin yükünden kurtul, geleceğe dair kuruntuları bırak, şimdiki zamanın tadına var" türünden öneriler uzaktan bakılınca bilgelik gibi görünüyor ya...
Yakından bakılınca...
Bir tür spiritüel züppelik!
Tabii bu etiketi "gününü gün etme" nin üzerine şık bir kılıf olarak geçirenler var ki, onlar da ayrı hikâye!
***
Bir "hikmet yolcusu"nun (derviş, zen rahibi, vd.) seçtiği hayat tarzıyla bizim hayatımız arasında bir benzerlik yok!
Onlar sürekli uzayıp giden bir "an" içinde yaşıyorlar.
Bizlerse telaşlı bir hayatın ortasında durup bir şeyler yakalamaya çalışıyoruz.
Hepsi tamam!
Fakat bu hız ve telaş içinde...
Bu başarı yarışının ortasında...
Bu gelecek endişesiyle tir tir titrediğimiz dünyada...
"Anı yaşamak" diye bir şey hiç mi yok?
Cevap: Var! Olmalı!
Şimdiki zamanın değerini ıskalamak doğru mu?
Cevap: Hayır, yanlış!
***
Peki nereden başlamalıyız?
Bence ilk adım sürekli geçmişe veya geleceğe odaklı düşünmekten kurtulmak olmalı.
Çok tanıdık bir turist tipini örnekleyerek anlatmaya başlayabilirim.
Gittiği bir yeri çok sevince hemen "buraya yeniden gelmeliyim" fikrini kafasına takan insanlar vardır hani. (Yoksa hepimiz öyle miyiz?)
Sürekli aynı yere bir sonraki seyahatini hangi ayda yapsa, hangi otelde kalsa, hangi kamerayı yanına alsa daha iyi olur, onun planını yapan bu insanları şu an zaten orada, o güzelliğin tam ortasında olduklarına ikna etmek ne zordur!
Hepimiz için temel sorun tam bu noktada işte!
Yani geçmişi veya geleceği yok saymamız değil, bu "an"da yaşadıklarımızı yok saymamamız gerekiyor.
O zaman ortaya çıkıyor güzellik; o zaman yoğunlaşıyor aldığın tat; o zaman kıyısından köşesinden de olsa huzurla tanışılıyor.
O zaman hayat yavaş yavaş dolan bir kabı andırıyor.